4,154 Research products, page 1 of 416
Loading
- Other research product . 2017Open Access TurkishAuthors:Gülşan, Selim;Gülşan, Selim;Publisher: Ege Üniversitesi, Tıp FakültesiCountry: Turkey
Bu araştırmada elektif koroner arter baypas greftleme cerrahisi uygulanan 18 yaş üzeri erişkin hastalarda laktat düzeyleri ile komplikasyonlar arasındaki ilişkiyi ve kan laktat düzeyinin seyrini saptamak amaçlandı. Hastaların preoperatif, intraoperatif ve postoperatif verileri retrospektif olarak dosya bilgilerinden tarandı. Hastaların cinsiyeti, yaşı, vücut kitle indeksi kaydedildi. Bunun yanı sıra, anstabil anjina, geçirilmiş miyokard enfarktüsü, akut miyokard enfarktüsü (1,4mg/dl veya tanı konmuş renal yetmezlik)], alkol ve sigara alışkanlığı, oral antidiyabetik veya insülin kullanımı gibi preoperatif belirleyicileri kaydedildi. Operasyon tipi, hastaların bazal, KPB soğuma, KPB ısınma, sternum kapatılması esnasındaki kan gazı parametreleri, kardiyopulmoner baypas süresi (dk), aortik kros-klempleme süresi (dk), anastomoz edilen greft sayısı gibi intraopoeratif belirleyiciler kaydedilecektir. Operasyon sonrası miyokard infarktüsü, atriyal veya ventriküler aritmiler, ikiden fazla inotropik ajan gereksinimi, mekanik dolaşım desteği (intra-aortik balon pompası, ventriküler destek cihazı) gereksinimi, serebrovasküler olay, renal disfonksiyon (bazal değere göre kreatininde 0.5 mg/dl artış veya hesaplanan kreatinin klirens oranında %50 azalma veya renal replasman tedavisi / diyaliz gereksinimi), gastrointestinal komplikasyon, sepsis, multiorgan yetmezliği, sternum infeksiyonu ve kanama nedeni ile reoperasyon kaydedildi. Bunların yanı sıra, mekanik ventilasyon, yoğun bakım ve hastane yatış süreleri, hastane içi mortalite gibi postoperatif belirleyiciler retrospektif olarak kaydedildi. Buna ek olarak, hastaların bazal, KPB soğuma, KPB ısınma, sternum kapatılması, postoperatif 0.saat, postoperatif 6. saat, postoperatif 12.saat, postoperatif 24.saatte alınan arteriyel kan gazlarında laktat, glukoz ve diğer arteryel kan gazı parametreleri değerlendirildi. Hastaların herhangi bir zaman da ölçülen laktat değerleri 0-3,9 mmol/l arası normal laktat; 4 ve üzeri mmol/l yüksek laktat olacak şekilde 2 gruba ayrıldı. Her iki grup ile komplikasyonlar arasında anlamlı ilişki olup olmadığı araştırıldı. Analizlerde SPSS 22.0 programı kullanıldı. Verilerin tanımlayıcı istatistiklerinde ortalama, standart sapma, medyan en düşük, en yüksek, frekans ve oran değerleri kullanılmıştır. Değişkenlerin dağılımı kolmogorov simirnov test ile analiz edildi. Nicel bağımsız verilerin analizinde bağımsız örneklem t test, mann-whitney u test kullanıldı. Nitel bağımsız verilerin analizinde ise ki-kare test, ki-kare test koşulları sağlanmadığında fischer test kullanıldı. p<0,05 istatiksel anlamlı olarak kabul edildi. Çalışmaya alınan hastaların %3,3’üne tek koroner, %20,6’sına iki koroner, %40.1’ine üçlü koroner, %26,1’ine dörtlü koroner ve %3,9’una beşli koroner anastamozu uygulandı. Hastaların ortalama yaşları 61,7±9,6 yıl olup, %80’i erkek idi. Laktat ˂ 3,9 ve Laktat ≥ 3,9 olan grupta hastaların yaşları, boyları, ağırlıkları, BMI değeri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir. Laktat ≥ 3.9 olan grupta kadın hasta oranı Laktat ˂ 3.9 olan gruptan istatistiksel olarak anlamlı olarak daha yüksekti (p ˂ 0.05). Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta Euroscore, sigara kullanım oranı, HT oranı, DM oranı, Guatr oranı, KOAH oranı, HL oranı, SVO oranı istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta operasyon süresi, anestezi süresi, pompa süresi, X klemp, yoğun bakım süresi, MV süresi, hastanede kalış süresi istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta bazal, KPB soğuma, KPB ısınma döneminde laktat değeri benzer iken sternum kapanmasından itibaren, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatte laktat değeri ≥3.9 olan grupta istatistiksel olarak anlamlı olarak daha yüksekti. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta KPB ısınma, sternum kapanma döneminde hematokrit değeri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermedi. Laktat ≥ 3.9 olan grupta bazal, KPB soğuma, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatte hematokrit değeri laktat ˂ 3.9 olan gruptan istatistiksel olarak anlamlı olarak daha yüksekti Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta bazal, KPB soğuma, KPB ısınma döneminde PaCO2 değeri benzer idi. Laktat ≥ 3.9 olan grupta sternum kapanmasından itibaren, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatte PaCO2 değeri Laktat ˂ 3.9 olan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı olarak daha düşüktü. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta bazal, KPB soğuma, KPB ısınma strenum kapanması, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatte PaO2 değeri istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Her iki grupta bulunan hastaların preop-postop tam kan, TDP, ERT, Trombosit süspansiyonu kullanımı benzer bulunmuştur. Komplikasyon olan ve olmayan grupta bazal, KPB soğuma, KPB ısınma, sternum kapanması, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatteki laktat değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta komplikasyon oranları ve solunum, nörolojik, renal, GIS, hematolojik, enfeksiyon, spesis oranı anlamlı farklılık göstermemiştir. Laktat ≥ 3.9 olan grupta MODS oranı Laktat ˂ 3.9 olan gruptan anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.027). Ölen iki hastada yüksek laktat grubunda olmasına rağmen gruplar arasında mortalite açısından istatistiksel farklılık tespit edilmedi. Hastaların %41,1’inde inotrop desteği olmadan yoğun bakıma transfer edilmiştir. %50 hastada tekli inotrop, %5,55 hastada ikili inotrop ve %1,7 hastada üçlü inotrop ve %1,7 hastada dörtlü inotrop ihtiyacı oldu. Gruplar arasında inotrop kullanımı ile laktat yüksekliği arasında anlamlı ilişki saptandı. Kardiyak cerrahide görülen hiperlaktateminin nedeni multifaktöriyel olsa da en çok KPB’nin süresi suçlanmaktadır. Ancak KPB süresinin uzama sebeplerini ve sonuçlarını birbirinden net bir şekilde ayırmanın mümkün olmadığı kanısındayız. Çalışmamızda koroner arter cerrahisi geçiren hastalarda laktat intraoperatif ve postoperatif dönemde yükselmektedir. Postoperatif 12.saatte en yüksek değerine ulaşmaktadır. Çalışmaya alınan elektif koroner arter baypas cerrahisi uygulanan hasta grubu homojen olduğundan laktat yüksekliği ile komplikasyonlar arasında ilişki bulunamadı. Bu konuda koroner arter baypas greftleme cerrahisi dışında kalan diğer komplike açık kalp cerrahisi hastalarını da içeren daha ileri çalışmalara gereksinim olduğunu düşünmekteyiz. Laktat düzeyinin, vakalarda ilerleyen dönemde oluşabilecek komplikasyonlar açısından tam belirleyici olmasa da hiperlaktatemiyi önlemenin önemli olduğunu düşünmekteyiz.
- Other research product . Other ORP type . 2003Open Access TurkishAuthors:Mustafa Bolca; Yusuf Kurucu; Ünal Altınbaş;Mustafa Bolca; Yusuf Kurucu; Ünal Altınbaş;Country: Turkey
With this research, cotton-planted, areas in West Anatolia Region in 2002 and the amount of cotton, crop were determined by the remote sensing technique. For this purpose, 453 band.combinations of satellite images recorded in May and August 2002 by Laridsat 7 TM were used. Following the application of general-image process, images were rectified by ovetlapirig with 1/25 000 scale topographic maps. Relating the reflection values depending on the property of green vegetation growth with the yield property of cotton, yield groups were formed in three levels, Satellite images were classified by supervised method according to the frequency of quantitative appearance of the yield groups and cotton-planted areas in squaremetres and, their distributions in the township basis were determined. With field studies; yield of each group per acres were determined on local basis, and the amount of crop was determined multiplying these figures by values of planted areas. Bu araştırma ile Batı Anadolu Bölgesinde yer alan 2002 yılı pamuk ekili alanları ile pamuk ürün rekoltesi uzaktan algılama tekniği kullanılarak saptanmıştır. Bu amaçla 2002 yılı Mayıs ve Ağustos aylarında alınmış Landsat 7 TM uydu görüntülerinin 453 bant kombinasyonları kullanılmıştır. Genel Uydu görüntü işlenmesi uygulamalarından sonra 1/25000 ölçekli altlık haritalarla çakıştırılarak rektifiye edilmiştir. Pamuk bitkisi, yeşil doku gelişim özelliğine bağlı yansıma değerleri verim özelliği ile ilişkilendirilerek 3 seviyeli verim grubu oluşturulmuştur. Uydu görüntüleri, verim gruplarının sayısal görülme aralıklarına göre eğitimli (Supervised) yöntem ile sınıflandırılmış ve ilçe bazında pamuk ekili alanların yüz ölçümleri ile dağılım alanları saptanmıştır. Arazi çalışmaları ile her grup için dekara verimleri yöre bazında belirlenmiş ve ekili alan değerleri ile çarpılarak ürün rekoltesi saptanmıştır.
- Other research product . Other ORP type . 2001Open Access TurkishAuthors:B. Altay; T. Akalın; B. Semerci;B. Altay; T. Akalın; B. Semerci;Country: Turkey
Retroperitoneal alveolar rhabdomyosarcoma is a very rare condition in adults and it is also an adverse prognostic factor. A 56 years old man was presented with a left lombar flank pain for 15 days. Radiologie examination revealed 13x10 cm retroperitoneal mass with cystic component near the lower pole of the left kidney. After explorative surgery, histopathologic examination was reported as alveolar rhabdomyosarcoma. Eight courses of adjuvant chemotherapy were performed, but in the control CT (Computed Tomography) examination a recurrent tumor with 10 cm dimension was detected. Three months after the second tumor resection surgery, patient died. Retroperitonal alveolar rabdomiyosarkom erişkinlerde oldukça nadir gözlenir ve kötü prognostik faktördür. 56 yaşında erkek hasta 15 gündür süren sol lomber bölgede flank ağrı ile başvurmuştur. Radyolojik incelemede retroperitonal bölgede sol böbrek alt pol komşuluğunda 13x10 cm. boyutlarında kistik komponentli kitle saptanmıştır. Eksploratif cerrahi sonrası, histopatolojik incelemede alveolar rabdomiyosarkom tanısı almıştır. Olguya 8 kür adjuvant kemoterapi planlanmıştır, kontrol BT (Bilgisayarlı Tomografi) ile incelemede 10 cm. çapında nüks kitle saptanmıştır. İkinci cerrahi tümör rezeksiyonu girişimden 3 ay sonra hasta kaybedilmiştir.
- Other research product . 2015Open Access TurkishAuthors:Meral, Orhan;Meral, Orhan;Publisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
Trafik kazaları halen ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu olup, araç içi trafik kazaları da önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu çalışmada, trafik kazalarında kazazedenin araç içi pozisyonun morbidite ve mortalite üzerine olan etkisinin araştırılması amaçlandı. Çalışma kesitsel bir çalışma olup, 01.05.2014 - 30.11.2014 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servisi'ne araç içi trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle başvuran olgulardan onam veren hastalar çalışmaya dahil edildi. Veriler yüz yüze görüşme ile doldurulan anketler ve hasta dosyalarından elde edidi. Çalışmaya dahil edilen 519 olgunun 329'u (%63,4) erkek, 190'ı (%36,6) kadındı. Yaşları 0 - 85 arasında değişmekte olup ortalaması 33,11±16,86 olarak bulundu. Kazaların en sık 18.00 - 23.59 saat aralığında (%36,3), otomobil içinde (%79) ve bir başka araç ile çarpışma (%61,7) sonucu gerçekleştiği saptandı. Olguların %43,2'sinin (n=224) kaza esnasında emniyet kemerinin takılı olduğu, bunların %17,9'unun (n=40) emniyet kemerine bağlı, hava yastığı açılan 105 olgudan %31,4'ünün (n=33) hava yastığına bağlı yaralamalarının mevcut olduğu tespit edildi. Kazazedelerin %39,5'inin sürücü, %26,4'ünün sürücü yanı yolcu olduğu saptanmış olup, 110 km/s hızın üzerinde oluşan kazalarda, 110 km/sa hızın altında olan kazalara göre, adli tıbbi açıdan, yaralanmanın yaşamsal tehlike oluşturmasının yaklaşık 3 katına (%37,5 - %13,6), basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek olmasının ise yaklaşık 2 katına (%56,3 - %26,3) çıktığı görüldü. Yaralanmanın en sık %33,6 ile baş ve %17 ile toraks bölgesinde meydana geldiği, baş yaralanmalarının çocuklarda (p<0,01), boyun (p<0,05), toraks (p<0,01) ve üst ekstremite (p<0,05) yaralanmalarının ise erişkinlerde daha sık görüldüğü saptandı. Ayrıca kucakta ve arka orta koltuk yolcularında boyun yaralanması görülmemesi dikkati çekti (p<0,05). Karayolu taşımacılığının ülkemizde yolcu ve yük nakli için alternatif ulaşım yollarına göre daha yoğun kullanılması, trafik kazalarına bağlı sorunların da daha sık yaşanmasına neden olmaktadır. Trafik kazalarında yaralanan veya ölen kişilerin çoğunun aktif iş yaşamında olması, tanı ve tedavi giderlerinin yanında ciddi bir rehabilitasyon ve iş gücü kaybı oluşturmaktadır. Çalışmamız ve benzer çalışmalar, alınan önlemlerin etkinliklerini gösterdiği gibi değişen yaralanma profillerinin de anlaşılması ve bunları önlemek için alınacak önlemlere ışık tutması açısından önemlidir.
- Other research product . 2019Open Access TurkishPublisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
Fusarium oxysporum is a common and very important wilt disease worldwide. It is known that it causes root and root collar rot in various plant species and wilt as a result of damage in transmission bundles. Many Fusarium species clog the plant transmission bundles, causing them to turn yellow on the leaves and topple over the soil by decaying the root throat. Inadequate phenotypic methods prevent the use of innovative methods in the fight against disease. In order to prevent the economic damage caused by Fusarium oxysporum in the clove greenhouses in İzmir, this study aimed to identify the isolates obtained from different plant cloves in İzmir and its vicinity by phenotypic and genotypic methods. 20 isolates were obtained from carnation greenhouses around İzmir. During the isolations, structures such as hyphae and spores were examined by microscopy and the isolates belonging to fusarium genus were determined. After morphological examination, the DNA of the organisms were isolated and the ITS region was amplified with pcr. The fragments obtained were sequenced by sanger method. The sequence data obtained were blasted in NCBI database and the identification was concluded. It was determined that all isolates obtained as a result of identification were fusarium oxysporum. Within the study, the ITS gene region was not sufficient to evaluate the subspecies. Fusarium oxysporum tüm dünyada yaygın ve çok önemli solgunluk hastalığıdır. Çeşitli bitki türlerinde kök ve kök boğazı çürüklüğüne, iletim demetlerinde zararlanma sonucu solgunluğa neden olduğu bilinmektedir. Birçok Fusarium türü bitki iletim demetlerini tıkayarak yapraklarda sararmaya ve kök boğazını çürüterek toprak üzerine devrilmesine neden olmaktadır. Fenotipik yöntemlerin yetersiz kalması hastalığa karşı mücadelede yenilikçi yöntemlerin uygulanabilmesini engellemektedir. Bu çalışmada İzmir ve çevresinde bulunan farklı karanfil seralarından hasta bitki örneklerinden elde edilen izolatlar fenotipik ve genotipik yöntemlerle kesin olarak tanılanması hedeflenmiştir. İzmir çevresindeki karanfil seralarından yapılan izolasyonlarda 20 izolat elde edilmiştir. İzolasyonlar sırasında ilk olarak mikroskobi sonucunda hif ve spor gibi yapılar incelenerek fusarium genusuna ait olabilecek izolatlar belirlenmiştir. Morfolojik incelemeden sonra organizmaların dnaları izole edilerek ITS bölgesi PCR ile çoğaltılmıştır. Elde edilen fragmentler sanger yöntemiyle sekanslanmıştır. Elde edilen sekans verileri NCBI veri tabanında blast yapılarak identifikasyon sonuçlandırılmıştır. İdentifikasyon sonucunda elde edilen izolatların tamamının Fusarium oxysporum olduğu belirlenmiştir. Çalışma içerisinde ITS gen bölgesi alt tür bazında değerlendirmek için yeterli gelmemiştir.
- Other research product . Other ORP type . 2007Open Access TurkishAuthors:Hüseyin Tezel; Tijen Pamir; C.Can Atakan; Erdal Ersan; Ruhi Özyürek;Hüseyin Tezel; Tijen Pamir; C.Can Atakan; Erdal Ersan; Ruhi Özyürek;Country: Turkey
One of the important complications that might be seen among the children with congenital and acquired heart diseases is infective endocarditis which has 25-30% mortality risk. All cardiac malfunctions resulting from the hemodynamic trauma of the turbulence of blood stream prepares a sound basis for infective endocarditis. Infective endocarditis develops due to the infusion of bacteria from local areas to the damaged region via blood. Eighty-two children who were in routine control in Ege University School of Medicine Department of Pediatric Cardiology were included in this study. Twenty-eight patients having acquired- and 32 children having congenital heart disease were included in the study group. There were 22 healthy children in the control group. Caries prevalence and DMF index of the acquired and congenital heart diseased children were determined via intraoral examination. The results showed that caries prevalence and DMF index of the study group were considerably higher compared to the healthy children. It is important to remove the microbial dentinal plaque which is effective on the caries and periodontal disease that may lead to the bacteremia especially in children having cardiac disorders. Gerek konjenital gerekse akkiz kalp hastalığı taşıyan çocuklarda ortaya çıkabilen ve %25-30 oranında mortalite ile sonuçlanan önemli bir komplikasyon da infektif endokardittir. İnfektif endokardit konjenital veya akkiz kalp hastalığına bağlı türbülansın yol açtığı endokardiyal hasara, vücuttaki herhangi bir infeksiyon odağından kana geçen bakterilerin tutunmasıyla ortaya çıkar. Bu çalışmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı’nda rutin kontrolleri yapılan 82 çocuk dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen çocuklardan 28’i akkiz, 32’si konjenital kalp hastası idi. Tamamen sağlıklı 22 çocuk ise kontrol grubunu oluşturdu. Çocukların yapılan ağız muayeneleri sonrasında DMF indeksleri ve çürük prevalans hızları belirlendi. Sonuçta konjenital ve/veya akkiz kalp hastalığı taşıyan çocukların DMF indeksleri ve çürük prevalans hızlarının kontrol grubununkinden anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur. Bu çalışmanın sonucuna göre çürük ve periodontal hastalıkların oluşumunda etkili ve direkt bir bakteriyemi sebebi olan mikrobiyal dental plağın kaldırılmasının, konjenital ve akkiz kalp hastalığı taşıyan çocuklarda özellikle önemli olduğu düşünülmüştür.
- Other research product . 2018Open Access TurkishPublisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
Bazı yerli enginar çeşitlerinin [Cynara cardunculus L. subsp. scolymus (L.) Hayek] döllenme biyolojisi ve tohum verimlerinin araştırıldığı bu çalışmada 'Sakız', 'Bayrampaşa', 'Kıbrıs Karası' çeşitlerine ve 'Vural No: 6' klonlarına ait 298 baş kullanılmıştır. Ege Üniversitesi Bahçe Bitkileri Bölümü deneme alanlarındaki enginar koleksiyon parsellerinde 2016-2017 yılları arasında yürütülen çalışmalarda çeşitlerin tohum verim ve kaliteleri birincil ve ikincil başlar düzeyinde incelenmiş, baş pozisyonunun tohum adedi/baş, bin dane ağırlığı ve çimlenme yüzdelerine etkisinin istatistik bakımdan önemli olmadığı tespit edilmiştir. Açık tozlanmaya bırakılan genotiplerde baş pozisyonu gözetmeksizin yapılan incelemelerde 'Vural No: 6' ve 'Bayrampaşa' sırasıyla 288 (a) ve 273 (a) tohum adedi/baş değeri ile en yüksek değere sahip olmuştur. 'Kıbrıs Karası' çeşidinin ise en yüksek bin dane ağırlığına (56 g) ve çimlenme yüzdesine (%79,71) sahip tohumlar ürettiği tespit edilmiştir. Açık tozlanan genotiplerde en güçlü korelasyonun ise bin dane ağırlığı ile çimlenme yüzdesi arasında olduğu görülmüştür. İzolasyon uygulaması yapılan 'Sakız' ve 'Vural No: 6' genotiplerinde tohum adedi/baş değerlerinde önemli ölçüde düşüşler görülmüştür. Aynı şekilde suni tozlama yapılan tüm genotiplerde de bu oran düşmüştür. 20 gün süreyle +4°C'de depolanan polenlerde yapılan canlılık testlerinde ise polenlerde canlılığının önemli ölçüde düştüğü tespit edilmiştir. Bununla beraber polenlerin kendilemelerde ve melezlemelerde kullanılma potansiyellerini koruduğuna kanaat getirilmiştir. 298 heads belonging to the globe artichoke [Cynara cardunculus L. subsp. scolymus (L.) Hayek] varieties 'Sakız', 'Bayrampaşa', 'Kıbrıs Karası' and the clone 'No: 6' were used in this study to investigate reproductive biology and seed yield of artichoke. In the studies conducted between 2016 and 2017 in the artichoke collection parcels in the experimental fields of the Ege University Department of Horticulture, seed yield and quality of the varieties were examined. It has been determined that the head position at primary or secondary levels has no statistical significance on the seed number / heads, 1000 seed weight, and percentage of germination. Without taking head position into consideration, among genotypes left to open pollination, 'No: 6' and 'Bayrampaşa' had the highest seed yields with 288(a) and 273(a) seeds / head, respectively. The variety 'Kıbrıs Karası' was found to produce seeds with the highest 1000 seed weight (56 g) and germination percentage (79,71%). The strongest correlation in open pollinating genotypes was found between 1000 seed weight and germination percentage. Significant reductions in seed number / head were observed in 'Sakız' and 'No: 6' genotypes where isolation was performed. This rate is also reduced in all clones that are artificially pollinated. It has been determined that pollen viability significantly decreased in viability tests performed on seeds stored at +4°C for 20 days. However, it was concluded that the pollens retained their potential to be used for selfings and hybridizations.
- Other research product . 2016Open Access TurkishAuthors:Gürkan, Ferda;Gürkan, Ferda;Publisher: Ege Üniversitesi, Tıp FakültesiCountry: Turkey
Amaç: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı’nda 2008-2015 yılları arasında izlenen 116 serebral felçli olgunun verileri ile (grup 1), 118 epilepsinin eşlik ettiği serebral felçli olgunun (grup 2) verileri karşılaştırılarak, serebral felçli çocuklarda epilepsi gelişimi için risk faktörlerinin retrospektif olarak belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Hastaların dosyalarından demografik verileri, fizik bakı bulguları, mevcut laboratuvar verileri (kraniyal ultrasonografi (USG), kraniyal bilgisayarlı tomografi (BT), kraniyal manyetik rezonans görüntüleme (MRG)), gözlenen nöbet tipi/tipleri, EEG bulguları, epileptik sendrom tipi ve hastanın aldığı tedaviler incelenmiş ve epilepsinin eşlik ettiği ve etmediği gruplar bu değişkenler açısından karşılaştırıldı.Araştırma verileri IBM SPSS Statistics 17.0 programında analiz edildi. Analizlerde tanımlayıcı istatistiklerde, ki kare, t-test ve lojistik regresyon analizi kullanıldı. p<0,05 olduğu durumlar istatistik olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Grup 1’deki 116olgunun %39,7’si kız ve %60,3’ü erkekti. Grup 2’deki 118 olgunun %42,4’ü kız ve %57,6’sı erkekti. Grup 1’de çalışma esnasındaki ortanca yaş, 101,5 ay, grup 2’de ise 115,5 ay olarak bulundu. Anne-baba arasında akrabalık, grup 1’de %17,2 iken, grup 2’de %19,5 olarak saptandı. Gruplarda birinci derece akrabalarda nöbet öyküsü benzer oranlarda saptandı. Seksiyo/sezaryen (C/S) ile doğum grup 1’de %48,1 iken, grup 2’de %57,6 olarak saptandı. Grup 1’de ortanca gestasyonel yaş 38 hafta, grup 2’de ise 38,5 hafta olarak saptandı. Doğum ağırlığı değerlendirildiğinde grup 1 için ortanca değer 2765 gram iken, grup 2 için bu değer 2940 gram olarak bulundu. Iki grup arasında pre/peri/postnatal risk faktörlerininvarlığı benzer oranlarda idi.Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde ortanca yatış süresi ve mekanik ventilasyon uygulanma oranı grup 1 ve 2’de benzerdi. Grup 1’de 20 olguda, grup 2’de ise 45 olguda neonatal konvülziyon kaydedildi.Neonatal dönemde geçirilen nöbet tipleri açısından gruplar değerlendirildiğinde fokal klonik ve jeneralize tonik nöbetlerin, ileride epilepsi gelişen grupta anlamlı derecede sık görüldüğü gözlendi. Neonatal EEG’dezemin ritmi, grup 1’de%23,5, grup 2’de %64,7 oranında anormal izlendi. Grup 1’de %80, grup 2’de ise %93,3sıklıkta yenidoğan yoğun bakım ünitesinde taburculukta en az bir antiepileptik kullanımı saptandı. Yenidoğan döneminde çekilen kraniyal USG, BT veMRG anormal bulguları açısından her iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Altıncı ayda kontrol EEG’leri çekilen grup 1’deki olgularda%94,4 sıklıkta zemin ritmi normal saptanırken, bu oran grup 2’de %68,5 olarak bulundu. SF tipleri içerisinde en sık izlenen spastik bilateral (tetraplejik) tip grup 1’de %36,2, grup 2’de %55,9 sıklıkta idi. Ikinci sıklıkta görülen SF tipi spastik unilateral tip grup 1 ve 2 için de benzer oranda gözlendi. Spastik bilateral diplejik tip, grup 1’de %32,8, grup 2’de %16,9 sıklıkta idi. Grup 2’deki olgularda ortanca epilepsi başlangıç yaşı 6 ay olarak saptandı. Grup 2’deki olgularda en sık gözlenen nöbet tipi jeneralize nöbetler olup %46,6 oranında gözlendi. Fokal ve/veya sekonder jeneralize nöbetler%39 oranında idi. Epilepsisi olan olguların 9’unda (%10,1) infantil spazmlar gözlendi. Epilepsi gelişen olguların çekilen son EEG’leri incelendiğinde zemin ritmi %70,3 normal saptandı. Yedi olguda West Sendromu görülürken, iki olguda öncesinde West Sendromu varken, izleminde Lennox Gastaut Sendromu geliştiği izlendi.Grup 2’deki olguların %7,6’sında izlemde antiepileptik tedavi kesilirken, diğer olguların tümü en az bir antiepileptik kullanmaktaydı. Çoklu ilaca rağmen dirençli epilepsi gelişimi %20,3 sıklığında gözlendi. Kraniyal MRG’de periventiküler lökomalazi her iki grupta benzer olarak görüldü. Kraniyal MRG’de serebral atrofi, serebral anomaliler ve hidrosefali grup 2’de anlamlı olarak daha sık izlendi. Intrakraniyal kanama ve iskemik değişiklikler grup 1’de %9,8, grup 2’de%4,7 sıklıkta idi. Tüm olgularda SF’ye eşlik eden problemler incelendiğinde görme problemleri, mental retardasyon ve mikrosefali grup 2’de anlamlı olarak sık görüldü.Bu problemlerin eşliği epilepsi gelişim riskini sırasıyla 3, 4 ve 3,8 kat arttırdığı saptandı. İşitme problemleri iki grupta benzer oranda saptandı. Sonuç:Serebral felçli hastalarda aşağıdaki faktörler epilepsi gelişimi için anlamlı risk faktörü olarak saptandı (p<0,05). • Neonatal nöbet varlığı, • Neonatal dönemde fokal klonik nöbet ve jeneralize tonik tip nöbet, •Neonatal dönemde çekilen EEG’de temel aktivitenin anormal olması •Yenidoğan yoğun bakım ünitesinden taburculukta antiepileptik ilaç kullanımı, • Bilateral spastik (tetraplejik) serebral felç varlığı, • 6. ayda çekilen EEG’de epileptik aktivite varlığı, • Nörogörüntülemede serebral atrofi, hidrosefali ve serebral anomali varlığı, • Görsel problemler, • Mikrosefali, • Mental retardasyon. Objective: At Ege University Faculty Of Medicine, Department Of Pediatrics, Department Of Pediatric Neurology, between 2008-2015, 116 non-epileptic children with cerebral palsy (group 1) and 118 epileptic children with cerebral palsy (group 2) has been studied and to determine risk factors of epilepsy at children with cerebral palsy, case data of these groups compared to each other retrospectively. Materials and Methods: Demographical values, physical examination, existing laboratory values (cranial ultrasonography (USG), cranial computerized tomography (CT), cranial magnetic resonance imaging (MRI)), type/types of seizures, findings of EEG, type of epileptic syndrome and medications of patients took are analyzed and epileptic and non-epileptic groups are compared according to these variables. Data of this study is analyzed via IBM SPSS 17.0 program. At analysis, ki-square, t-test and logistic regression analyze has been used for defining statistics. Values with p<0,05 are considered as statistically significant. Results: %39,7 of group 1 with 116 patient were female and %60,3 of it were male. %42,4 of group 2 with 118 patient were female and %57,6 of it were male. Mean value of age at group 1 was 101,5 month old and group 2 was 115,5 month old. %17,2 of group 1 are children who has parents from same lineage and this value is %19,5 at group 2. Seizure history is found similar between first degree relatives of groups. Birth via caesarean section (C/S) is found %48,1 at group 1 and %57,6 at group 2. Gestational age of group 1 was 38 weeks and group 2 was 38,5 weeks. Mean value of birth weight of group 1 was 2765 gram and group 2 was 2940. Pre/peri/postnatal risk factors of these groups were similar. Mean value of newborn intensive care unit period and mechanic ventilation usage rate were similar between groups. 20 in group 1, 45 in group 2, neonatal convulsion cases have been recorded. When we compare groups according to types of seizures in neonatal period, focal clonic and generalized tonic seizures recorded significantly frequently in group 2. Basal rhythm of neonatal EEG was abnormal at %23,5 of group 1 and %64,7 of group 2. At least one antiepileptic agent was used at discharging patients from neonatal intensive care unit in group 1 by %80 and group 2 by %93,3. No difference found between groups in terms of imaging systems (USG, CT, MRI) findings. When we look at 6th month EEG screening results, %94,4 of group 1 had normal basal rhythm meanwhile %68,5 of group 2 had normal basal rhythm. Spastic bilateral (tetraplegic) type, which is most common CP type, has been seen %36,2 in group 1 and %55,9 in group 2. Spastic unilateral type, which is 2nd most common CP type, has been seen similar between group 1 and 2. Spastic bilateral diplegic type has been seen %32,8 in group 1 and %16,9 in group 2. Mean age to start epilepsy is 6months in group 2. Most common seizure type seen in group 2 was generalized type seizures with %46,6. Focal and/or secondary generalized seizure types were %39. 9 epileptic case (%10,1) had infantile spasms. Screening EEG basal rhythm finding were normal in %70,3 at new epileptic cases. 7 cases had West syndrome meanwhile 2 cases had West syndrome first, but then clinical presentation shifted towards Lennox Gastaut Syndrome. Anti-epileptical treatment stopped at %7,6 of group 2, others keep using at least one anti-epileptic medication. Even with multiple anti-epileptic medication, %20,3 of group 2 developed resistant type epilepsy. Periventricular leukomalacia detected similar amounts between 2 groups in cranial MRI scanning. Cerebral atrophy, cerebral anomalies and hydrocephaly are seen in group 2 significantly more. Intracranial hemorrhage and ischemia are seen at %9,8 of group 1 and %4,7 of group 2. When we check problems that co-exist with CP in all cases, we saw that sight problems, mental retardation and microcephaly are significantly more at group 2. Risk multipliers of these problems are 3 times for sight problems, 4 times for mental retardation and 3,8 times for microcephaly. Hearing problems incidence were similar between these 2 groups. Conclusion: These factors are found clinically significant for epilepsy in cerebral palsy children (p<0.05): •Seizure history in neonatal period •Focal clonic or generalized tonic type seizure history in neonatal period •Abnormal findings at basal activity of EEG in neonatal period •Using antiepileptic agent at discharging patients from neonatal intensive care unit • Existing bilateral spastic (tetraplegic) cerebral palsy • Epileptic activity in 6th month screening EEG • Existing cerebral atrophy , hydrocephaly, and cerebral anomaly in neuroimaging systems •Sight problems • Microcephaly • Mental retardation
- Other research product . 2011Open Access TurkishAuthors:Sungur, İlker Ulaş;Sungur, İlker Ulaş;Publisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
Amaç: Bu çalışmada mesane ile ilgili sorunları olan multiple skleroz'lu (MS) hastalarda, üriner sisteme ilişkin mevcut semptomların ürodinamik bulgularla korelasyonu ve yaşam kalitesine olan etkilerinin araştırılması amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya üriner sisteme ilişkin semptomları olan MS'li 19 hasta (3 erkek, 16 kadın) alındı. Tüm hastalardan ayrıntılı tıbbi öykü alınarak, nörolojik muayeneleri yapıldı. Hastalara ait demografik (yaş, cinsiyet, meslek, eğitim) ve klinik veriler (MS başlama yaşı, MS süresi, MS tipi, kliniğe geldiğindeki mesane rehabilitasyon şekli, EDDS ve EDSS mesane/barsak skoru) hasta dosyalarından ve yüzyüze görüşme yöntemi ile elde edildi. Üriner semptomların yaşam kalitesine etkisini belirlemek için "İnkontinans yaşam kalitesi ölçeği (IQOL)'', "King's yaşam kalitesi ölçeği'' ve "ICIQ-SF (İdrar kaçırma anketi-Kısa Form)'' hastalara dolduruldu. Çalışmaya alınan tüm hastaların ürodinamik inceleme sonuçları değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 30,95±9,54 idi. MS süreleri ortalama 94,84±49,27 aydı. MS tipleri içinde en sık %63,2 ile relaps ve remisyonlarla giden tipi idi. EDSS skoru ortalaması 3,89±1,90 idi. En sık saptanan semptom tipi % 63,2 ile miks tip idi. En sık görülen septomlar sık idrara çıkma, ani sıkışma hissi ve noktüri idi. ICIQ-SF skoru ortalama 8,84±4,92 idi. IQOL anketinde en yüksek etkinin saptandığı bölüm "Kaçınma ve Davranış Kısıtlaması'' alt başlığı puanlarında (37,21±17,92); King's yaşam kalitesi ölçeğinde en yüksek etkilenim "İdrar kesesi probleminin yaşam kalitesine etkisi'' alt başlık puanında (75,40±24,47) idi. Ürodinamik inceleme sonrası hastalarda en sık detrüsör aşırı aktivitesi (%57,9) saptanırken; hastaların % 26,3'ünde herhangi bir patolojik bulgu saptanmadı. EDSS skoru ile üriner semptomlar ve ürodinamik bulgularla korelasyon saptanmazken; yaşam kalitesi ölçeklerinden sadece "günlük işlerde kısıtlılık'' alt başlığı ile pozitif yönde korelasyon saptandı. Semptom tipi ile yaşam kalitesi ölçekleri arasında ilişki saptanmazken; miks tip semptom görülen hastalarda ürodinamik incelemede düşük mesane kapasitesi ve patolojik bulgu saptanma oranı irritatif semptomlu hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek idi (p<0.05). Ürodinamik incelemede patolojik bulgu saptanan hastalarda King's yaşam kalitesi anketinin "duygu durum'' ve "uyku-enerji'' alt başlık puanları ürodinamik patoloji saptanmayan hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Sonuç: Üriner disfonksiyona bağlı semptomlar MS hastalarında kişinin yaşam kalitesini etkileyen önemli bir sorundur. Semptomlarla altta yatan patoloji arasında her zaman sabit bir ilişki bulunmadığı için, bu hastalarda ürodinamik incelemeler yapıldıktan sonra saptanan mesane tipine göre uygun tedavinin verilmesi daha doğru görünmektedir.
- Other research product . 2020Embargo TurkishPublisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
The cultivation power of soil is also decreased by same plant cultivation (mono cultivation) without proper seeding plan every year. In the regions cultivating industrial tomato, it is seen that the decreasing of organic content of soil, increasing of environmental pollution and deterioration of natural balance. In this research carried out for solving the above mentioned problems, different cultivation patterns were planned including as cultivation of silage maize, green beans, and fallow which are applied by some farmers and cultivation of brown mustard (Brassica juncea L.) was added before tomato cultivation. The plant nutrient contents through taking leaves samples during the flowering period and yield (at the end of vegetation period) were determined in the parcels which belonged to cropping system in the tomato cultivation periods. As a result of the study, it was determined that organic substance content of soil was increased in important level by the preliminary plant cultivation applications. At the end of the experiments (April 2018), total nitrogen contents of soils were reached sufficient levels in the 1st (tomato – maize – mustard – tomato – maize – mustard – tomato), 4th (tomato – green beans - wheat – wheat – green beans – mustard – tomato), and 6th (tomato – green beans – farrow – tomato – green beans – farrow – tomato) preliminary plant cultivation applications but this increase was not statistically important as to other applications. The total nitrogen and iron content of tomato leaves did not show important differences as to preliminary plant applications. The amount of phosphorous were increased at the end of the experiments as to the beginning. The amount of magnesium, zinc and manganese were also increased in the tomato leaves at the end of the experiment. The calcium amount of tomato leaves was the maximum level in the second preliminary application (tomato – green beans – mustard – tomato – green beans – mustard – tomato) and the minimum level at the 6th preliminary application (tomato – green beans – furrow – tomato – green beans – furrow – tomato). At the end of the study, the important effects of the preliminary plant cultivation applications were not seen in the copper content as to the beginning of the experiment. The highest yield was determined in the second and third cultivation methods at the end of the third production period. Uygun bitki ekim planlaması yapılmadan her yıl aynı ürün (monokültür) yetiştirilmesi de toprağın verimlilik gücünü azaltmaktadır. Sanayi domatesi tarımının yoğun olduğu bölgelerde de her yıl yapılan domates tarımında toprak organik maddesinin azalması, çevre kirliliğinin artması ve doğal dengenin bozulması gibi sorunların arttğı gözlenmektedir. Belirtilen sorunlara çözüm için yürütülen bu çalışmada bazı çiftçilerce öngörülen silaj mısır, buğday, taze fasulye ve nadas uygulamalarına; domates üretimi öncesinde kahverengi hardal (Brassica juncea L.) ilave edilerek farklı üretim desenleri planlanmıştır. Domates yetiştirilen dönemlerde her ekim nöbeti uygulamasına ait parsellerdeki bitkilerden yaprak örnekleri alınarak (çiçeklenme döneminde) bitki besin maddesi içerikleri ile vejetasyon sonunda verim miktarları belirlenmiştir. Çalışma sonunda, ön bitki uygulamaları genel olarak toprağın organik madde içeriğini önemli düzeyde artırmıştır. Toprakların toplam azot miktarları; denme sonunda (Nisan 2018) 1. (Domates-Mısır-Hardal-Domates-Mısır-Hardal-Domates), 4. (Domates-Fasulye-Buğday-Buğday-Fasulye-Hardal-Domates) ve 6. (Domates-Fasulye-Nadas-Domates-Fasulye-Nadas-Domates) ön bitki uygulamaları sonrasında yeterli düzeylere ulaşmış ancak bu artış diğer uygulamalara göre istatistiksel olarak önemli olmamıştır. Toprakların alınabilir fosfor, çinko ve bakır içerikleri deneme sonunda başlangıca göre artmıştır. Domates bitkilerine ait yaprakların toplam azot ve demir miktarları, ön bitki uygulamalarına bağlı olarak önemli bir farklılık göstermemiştir. Fosfor miktarları, toprakta olduğu gibi deneme sonunda başlangıca göre artmıştır. Magnezyum, çinko ve mangan miktarları da deneme sonunda (Nisan 2018) yetiştirilen domates yapraklarında artmıştır. Tüm ön bitki uygulamaları dikkate alındığında; domates yapraklarının kalsiyum miktarları 2. (Domates-Fasulye-Hardal-Domates-Fasulye-Hardal-Domates) ön bitki uygulama proğramında en fazla, 6.( Domates-Fasulye-Nadas-Domates-Fasulye-Nadas-Domates) ön bitki proğramında ise an az düzeyde belirlenmiştir. Bakır içerikleride ise deneme sonunda başlangıca göre uygulamaların önemli etkisi gözlenmemiştir. Üçüncü üretim dönemi sonunda, 2. ve 3. (Domates-Mısır-Buğday-Buğday-Mısır-Hardal-Domates) uygulamalarda en yüksek verim değerlerine ulaşılmıştır.
4,154 Research products, page 1 of 416
Loading
- Other research product . 2017Open Access TurkishAuthors:Gülşan, Selim;Gülşan, Selim;Publisher: Ege Üniversitesi, Tıp FakültesiCountry: Turkey
Bu araştırmada elektif koroner arter baypas greftleme cerrahisi uygulanan 18 yaş üzeri erişkin hastalarda laktat düzeyleri ile komplikasyonlar arasındaki ilişkiyi ve kan laktat düzeyinin seyrini saptamak amaçlandı. Hastaların preoperatif, intraoperatif ve postoperatif verileri retrospektif olarak dosya bilgilerinden tarandı. Hastaların cinsiyeti, yaşı, vücut kitle indeksi kaydedildi. Bunun yanı sıra, anstabil anjina, geçirilmiş miyokard enfarktüsü, akut miyokard enfarktüsü (1,4mg/dl veya tanı konmuş renal yetmezlik)], alkol ve sigara alışkanlığı, oral antidiyabetik veya insülin kullanımı gibi preoperatif belirleyicileri kaydedildi. Operasyon tipi, hastaların bazal, KPB soğuma, KPB ısınma, sternum kapatılması esnasındaki kan gazı parametreleri, kardiyopulmoner baypas süresi (dk), aortik kros-klempleme süresi (dk), anastomoz edilen greft sayısı gibi intraopoeratif belirleyiciler kaydedilecektir. Operasyon sonrası miyokard infarktüsü, atriyal veya ventriküler aritmiler, ikiden fazla inotropik ajan gereksinimi, mekanik dolaşım desteği (intra-aortik balon pompası, ventriküler destek cihazı) gereksinimi, serebrovasküler olay, renal disfonksiyon (bazal değere göre kreatininde 0.5 mg/dl artış veya hesaplanan kreatinin klirens oranında %50 azalma veya renal replasman tedavisi / diyaliz gereksinimi), gastrointestinal komplikasyon, sepsis, multiorgan yetmezliği, sternum infeksiyonu ve kanama nedeni ile reoperasyon kaydedildi. Bunların yanı sıra, mekanik ventilasyon, yoğun bakım ve hastane yatış süreleri, hastane içi mortalite gibi postoperatif belirleyiciler retrospektif olarak kaydedildi. Buna ek olarak, hastaların bazal, KPB soğuma, KPB ısınma, sternum kapatılması, postoperatif 0.saat, postoperatif 6. saat, postoperatif 12.saat, postoperatif 24.saatte alınan arteriyel kan gazlarında laktat, glukoz ve diğer arteryel kan gazı parametreleri değerlendirildi. Hastaların herhangi bir zaman da ölçülen laktat değerleri 0-3,9 mmol/l arası normal laktat; 4 ve üzeri mmol/l yüksek laktat olacak şekilde 2 gruba ayrıldı. Her iki grup ile komplikasyonlar arasında anlamlı ilişki olup olmadığı araştırıldı. Analizlerde SPSS 22.0 programı kullanıldı. Verilerin tanımlayıcı istatistiklerinde ortalama, standart sapma, medyan en düşük, en yüksek, frekans ve oran değerleri kullanılmıştır. Değişkenlerin dağılımı kolmogorov simirnov test ile analiz edildi. Nicel bağımsız verilerin analizinde bağımsız örneklem t test, mann-whitney u test kullanıldı. Nitel bağımsız verilerin analizinde ise ki-kare test, ki-kare test koşulları sağlanmadığında fischer test kullanıldı. p<0,05 istatiksel anlamlı olarak kabul edildi. Çalışmaya alınan hastaların %3,3’üne tek koroner, %20,6’sına iki koroner, %40.1’ine üçlü koroner, %26,1’ine dörtlü koroner ve %3,9’una beşli koroner anastamozu uygulandı. Hastaların ortalama yaşları 61,7±9,6 yıl olup, %80’i erkek idi. Laktat ˂ 3,9 ve Laktat ≥ 3,9 olan grupta hastaların yaşları, boyları, ağırlıkları, BMI değeri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir. Laktat ≥ 3.9 olan grupta kadın hasta oranı Laktat ˂ 3.9 olan gruptan istatistiksel olarak anlamlı olarak daha yüksekti (p ˂ 0.05). Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta Euroscore, sigara kullanım oranı, HT oranı, DM oranı, Guatr oranı, KOAH oranı, HL oranı, SVO oranı istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta operasyon süresi, anestezi süresi, pompa süresi, X klemp, yoğun bakım süresi, MV süresi, hastanede kalış süresi istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta bazal, KPB soğuma, KPB ısınma döneminde laktat değeri benzer iken sternum kapanmasından itibaren, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatte laktat değeri ≥3.9 olan grupta istatistiksel olarak anlamlı olarak daha yüksekti. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta KPB ısınma, sternum kapanma döneminde hematokrit değeri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermedi. Laktat ≥ 3.9 olan grupta bazal, KPB soğuma, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatte hematokrit değeri laktat ˂ 3.9 olan gruptan istatistiksel olarak anlamlı olarak daha yüksekti Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta bazal, KPB soğuma, KPB ısınma döneminde PaCO2 değeri benzer idi. Laktat ≥ 3.9 olan grupta sternum kapanmasından itibaren, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatte PaCO2 değeri Laktat ˂ 3.9 olan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı olarak daha düşüktü. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta bazal, KPB soğuma, KPB ısınma strenum kapanması, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatte PaO2 değeri istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Her iki grupta bulunan hastaların preop-postop tam kan, TDP, ERT, Trombosit süspansiyonu kullanımı benzer bulunmuştur. Komplikasyon olan ve olmayan grupta bazal, KPB soğuma, KPB ısınma, sternum kapanması, 0.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saatteki laktat değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır. Laktat ˂ 3.9 ve Laktat ≥ 3.9 olan grupta komplikasyon oranları ve solunum, nörolojik, renal, GIS, hematolojik, enfeksiyon, spesis oranı anlamlı farklılık göstermemiştir. Laktat ≥ 3.9 olan grupta MODS oranı Laktat ˂ 3.9 olan gruptan anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.027). Ölen iki hastada yüksek laktat grubunda olmasına rağmen gruplar arasında mortalite açısından istatistiksel farklılık tespit edilmedi. Hastaların %41,1’inde inotrop desteği olmadan yoğun bakıma transfer edilmiştir. %50 hastada tekli inotrop, %5,55 hastada ikili inotrop ve %1,7 hastada üçlü inotrop ve %1,7 hastada dörtlü inotrop ihtiyacı oldu. Gruplar arasında inotrop kullanımı ile laktat yüksekliği arasında anlamlı ilişki saptandı. Kardiyak cerrahide görülen hiperlaktateminin nedeni multifaktöriyel olsa da en çok KPB’nin süresi suçlanmaktadır. Ancak KPB süresinin uzama sebeplerini ve sonuçlarını birbirinden net bir şekilde ayırmanın mümkün olmadığı kanısındayız. Çalışmamızda koroner arter cerrahisi geçiren hastalarda laktat intraoperatif ve postoperatif dönemde yükselmektedir. Postoperatif 12.saatte en yüksek değerine ulaşmaktadır. Çalışmaya alınan elektif koroner arter baypas cerrahisi uygulanan hasta grubu homojen olduğundan laktat yüksekliği ile komplikasyonlar arasında ilişki bulunamadı. Bu konuda koroner arter baypas greftleme cerrahisi dışında kalan diğer komplike açık kalp cerrahisi hastalarını da içeren daha ileri çalışmalara gereksinim olduğunu düşünmekteyiz. Laktat düzeyinin, vakalarda ilerleyen dönemde oluşabilecek komplikasyonlar açısından tam belirleyici olmasa da hiperlaktatemiyi önlemenin önemli olduğunu düşünmekteyiz.
- Other research product . Other ORP type . 2003Open Access TurkishAuthors:Mustafa Bolca; Yusuf Kurucu; Ünal Altınbaş;Mustafa Bolca; Yusuf Kurucu; Ünal Altınbaş;Country: Turkey
With this research, cotton-planted, areas in West Anatolia Region in 2002 and the amount of cotton, crop were determined by the remote sensing technique. For this purpose, 453 band.combinations of satellite images recorded in May and August 2002 by Laridsat 7 TM were used. Following the application of general-image process, images were rectified by ovetlapirig with 1/25 000 scale topographic maps. Relating the reflection values depending on the property of green vegetation growth with the yield property of cotton, yield groups were formed in three levels, Satellite images were classified by supervised method according to the frequency of quantitative appearance of the yield groups and cotton-planted areas in squaremetres and, their distributions in the township basis were determined. With field studies; yield of each group per acres were determined on local basis, and the amount of crop was determined multiplying these figures by values of planted areas. Bu araştırma ile Batı Anadolu Bölgesinde yer alan 2002 yılı pamuk ekili alanları ile pamuk ürün rekoltesi uzaktan algılama tekniği kullanılarak saptanmıştır. Bu amaçla 2002 yılı Mayıs ve Ağustos aylarında alınmış Landsat 7 TM uydu görüntülerinin 453 bant kombinasyonları kullanılmıştır. Genel Uydu görüntü işlenmesi uygulamalarından sonra 1/25000 ölçekli altlık haritalarla çakıştırılarak rektifiye edilmiştir. Pamuk bitkisi, yeşil doku gelişim özelliğine bağlı yansıma değerleri verim özelliği ile ilişkilendirilerek 3 seviyeli verim grubu oluşturulmuştur. Uydu görüntüleri, verim gruplarının sayısal görülme aralıklarına göre eğitimli (Supervised) yöntem ile sınıflandırılmış ve ilçe bazında pamuk ekili alanların yüz ölçümleri ile dağılım alanları saptanmıştır. Arazi çalışmaları ile her grup için dekara verimleri yöre bazında belirlenmiş ve ekili alan değerleri ile çarpılarak ürün rekoltesi saptanmıştır.
- Other research product . Other ORP type . 2001Open Access TurkishAuthors:B. Altay; T. Akalın; B. Semerci;B. Altay; T. Akalın; B. Semerci;Country: Turkey
Retroperitoneal alveolar rhabdomyosarcoma is a very rare condition in adults and it is also an adverse prognostic factor. A 56 years old man was presented with a left lombar flank pain for 15 days. Radiologie examination revealed 13x10 cm retroperitoneal mass with cystic component near the lower pole of the left kidney. After explorative surgery, histopathologic examination was reported as alveolar rhabdomyosarcoma. Eight courses of adjuvant chemotherapy were performed, but in the control CT (Computed Tomography) examination a recurrent tumor with 10 cm dimension was detected. Three months after the second tumor resection surgery, patient died. Retroperitonal alveolar rabdomiyosarkom erişkinlerde oldukça nadir gözlenir ve kötü prognostik faktördür. 56 yaşında erkek hasta 15 gündür süren sol lomber bölgede flank ağrı ile başvurmuştur. Radyolojik incelemede retroperitonal bölgede sol böbrek alt pol komşuluğunda 13x10 cm. boyutlarında kistik komponentli kitle saptanmıştır. Eksploratif cerrahi sonrası, histopatolojik incelemede alveolar rabdomiyosarkom tanısı almıştır. Olguya 8 kür adjuvant kemoterapi planlanmıştır, kontrol BT (Bilgisayarlı Tomografi) ile incelemede 10 cm. çapında nüks kitle saptanmıştır. İkinci cerrahi tümör rezeksiyonu girişimden 3 ay sonra hasta kaybedilmiştir.
- Other research product . 2015Open Access TurkishAuthors:Meral, Orhan;Meral, Orhan;Publisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
Trafik kazaları halen ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu olup, araç içi trafik kazaları da önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu çalışmada, trafik kazalarında kazazedenin araç içi pozisyonun morbidite ve mortalite üzerine olan etkisinin araştırılması amaçlandı. Çalışma kesitsel bir çalışma olup, 01.05.2014 - 30.11.2014 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servisi'ne araç içi trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle başvuran olgulardan onam veren hastalar çalışmaya dahil edildi. Veriler yüz yüze görüşme ile doldurulan anketler ve hasta dosyalarından elde edidi. Çalışmaya dahil edilen 519 olgunun 329'u (%63,4) erkek, 190'ı (%36,6) kadındı. Yaşları 0 - 85 arasında değişmekte olup ortalaması 33,11±16,86 olarak bulundu. Kazaların en sık 18.00 - 23.59 saat aralığında (%36,3), otomobil içinde (%79) ve bir başka araç ile çarpışma (%61,7) sonucu gerçekleştiği saptandı. Olguların %43,2'sinin (n=224) kaza esnasında emniyet kemerinin takılı olduğu, bunların %17,9'unun (n=40) emniyet kemerine bağlı, hava yastığı açılan 105 olgudan %31,4'ünün (n=33) hava yastığına bağlı yaralamalarının mevcut olduğu tespit edildi. Kazazedelerin %39,5'inin sürücü, %26,4'ünün sürücü yanı yolcu olduğu saptanmış olup, 110 km/s hızın üzerinde oluşan kazalarda, 110 km/sa hızın altında olan kazalara göre, adli tıbbi açıdan, yaralanmanın yaşamsal tehlike oluşturmasının yaklaşık 3 katına (%37,5 - %13,6), basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek olmasının ise yaklaşık 2 katına (%56,3 - %26,3) çıktığı görüldü. Yaralanmanın en sık %33,6 ile baş ve %17 ile toraks bölgesinde meydana geldiği, baş yaralanmalarının çocuklarda (p<0,01), boyun (p<0,05), toraks (p<0,01) ve üst ekstremite (p<0,05) yaralanmalarının ise erişkinlerde daha sık görüldüğü saptandı. Ayrıca kucakta ve arka orta koltuk yolcularında boyun yaralanması görülmemesi dikkati çekti (p<0,05). Karayolu taşımacılığının ülkemizde yolcu ve yük nakli için alternatif ulaşım yollarına göre daha yoğun kullanılması, trafik kazalarına bağlı sorunların da daha sık yaşanmasına neden olmaktadır. Trafik kazalarında yaralanan veya ölen kişilerin çoğunun aktif iş yaşamında olması, tanı ve tedavi giderlerinin yanında ciddi bir rehabilitasyon ve iş gücü kaybı oluşturmaktadır. Çalışmamız ve benzer çalışmalar, alınan önlemlerin etkinliklerini gösterdiği gibi değişen yaralanma profillerinin de anlaşılması ve bunları önlemek için alınacak önlemlere ışık tutması açısından önemlidir.
- Other research product . 2019Open Access TurkishPublisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
Fusarium oxysporum is a common and very important wilt disease worldwide. It is known that it causes root and root collar rot in various plant species and wilt as a result of damage in transmission bundles. Many Fusarium species clog the plant transmission bundles, causing them to turn yellow on the leaves and topple over the soil by decaying the root throat. Inadequate phenotypic methods prevent the use of innovative methods in the fight against disease. In order to prevent the economic damage caused by Fusarium oxysporum in the clove greenhouses in İzmir, this study aimed to identify the isolates obtained from different plant cloves in İzmir and its vicinity by phenotypic and genotypic methods. 20 isolates were obtained from carnation greenhouses around İzmir. During the isolations, structures such as hyphae and spores were examined by microscopy and the isolates belonging to fusarium genus were determined. After morphological examination, the DNA of the organisms were isolated and the ITS region was amplified with pcr. The fragments obtained were sequenced by sanger method. The sequence data obtained were blasted in NCBI database and the identification was concluded. It was determined that all isolates obtained as a result of identification were fusarium oxysporum. Within the study, the ITS gene region was not sufficient to evaluate the subspecies. Fusarium oxysporum tüm dünyada yaygın ve çok önemli solgunluk hastalığıdır. Çeşitli bitki türlerinde kök ve kök boğazı çürüklüğüne, iletim demetlerinde zararlanma sonucu solgunluğa neden olduğu bilinmektedir. Birçok Fusarium türü bitki iletim demetlerini tıkayarak yapraklarda sararmaya ve kök boğazını çürüterek toprak üzerine devrilmesine neden olmaktadır. Fenotipik yöntemlerin yetersiz kalması hastalığa karşı mücadelede yenilikçi yöntemlerin uygulanabilmesini engellemektedir. Bu çalışmada İzmir ve çevresinde bulunan farklı karanfil seralarından hasta bitki örneklerinden elde edilen izolatlar fenotipik ve genotipik yöntemlerle kesin olarak tanılanması hedeflenmiştir. İzmir çevresindeki karanfil seralarından yapılan izolasyonlarda 20 izolat elde edilmiştir. İzolasyonlar sırasında ilk olarak mikroskobi sonucunda hif ve spor gibi yapılar incelenerek fusarium genusuna ait olabilecek izolatlar belirlenmiştir. Morfolojik incelemeden sonra organizmaların dnaları izole edilerek ITS bölgesi PCR ile çoğaltılmıştır. Elde edilen fragmentler sanger yöntemiyle sekanslanmıştır. Elde edilen sekans verileri NCBI veri tabanında blast yapılarak identifikasyon sonuçlandırılmıştır. İdentifikasyon sonucunda elde edilen izolatların tamamının Fusarium oxysporum olduğu belirlenmiştir. Çalışma içerisinde ITS gen bölgesi alt tür bazında değerlendirmek için yeterli gelmemiştir.
- Other research product . Other ORP type . 2007Open Access TurkishAuthors:Hüseyin Tezel; Tijen Pamir; C.Can Atakan; Erdal Ersan; Ruhi Özyürek;Hüseyin Tezel; Tijen Pamir; C.Can Atakan; Erdal Ersan; Ruhi Özyürek;Country: Turkey
One of the important complications that might be seen among the children with congenital and acquired heart diseases is infective endocarditis which has 25-30% mortality risk. All cardiac malfunctions resulting from the hemodynamic trauma of the turbulence of blood stream prepares a sound basis for infective endocarditis. Infective endocarditis develops due to the infusion of bacteria from local areas to the damaged region via blood. Eighty-two children who were in routine control in Ege University School of Medicine Department of Pediatric Cardiology were included in this study. Twenty-eight patients having acquired- and 32 children having congenital heart disease were included in the study group. There were 22 healthy children in the control group. Caries prevalence and DMF index of the acquired and congenital heart diseased children were determined via intraoral examination. The results showed that caries prevalence and DMF index of the study group were considerably higher compared to the healthy children. It is important to remove the microbial dentinal plaque which is effective on the caries and periodontal disease that may lead to the bacteremia especially in children having cardiac disorders. Gerek konjenital gerekse akkiz kalp hastalığı taşıyan çocuklarda ortaya çıkabilen ve %25-30 oranında mortalite ile sonuçlanan önemli bir komplikasyon da infektif endokardittir. İnfektif endokardit konjenital veya akkiz kalp hastalığına bağlı türbülansın yol açtığı endokardiyal hasara, vücuttaki herhangi bir infeksiyon odağından kana geçen bakterilerin tutunmasıyla ortaya çıkar. Bu çalışmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı’nda rutin kontrolleri yapılan 82 çocuk dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen çocuklardan 28’i akkiz, 32’si konjenital kalp hastası idi. Tamamen sağlıklı 22 çocuk ise kontrol grubunu oluşturdu. Çocukların yapılan ağız muayeneleri sonrasında DMF indeksleri ve çürük prevalans hızları belirlendi. Sonuçta konjenital ve/veya akkiz kalp hastalığı taşıyan çocukların DMF indeksleri ve çürük prevalans hızlarının kontrol grubununkinden anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur. Bu çalışmanın sonucuna göre çürük ve periodontal hastalıkların oluşumunda etkili ve direkt bir bakteriyemi sebebi olan mikrobiyal dental plağın kaldırılmasının, konjenital ve akkiz kalp hastalığı taşıyan çocuklarda özellikle önemli olduğu düşünülmüştür.
- Other research product . 2018Open Access TurkishPublisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
Bazı yerli enginar çeşitlerinin [Cynara cardunculus L. subsp. scolymus (L.) Hayek] döllenme biyolojisi ve tohum verimlerinin araştırıldığı bu çalışmada 'Sakız', 'Bayrampaşa', 'Kıbrıs Karası' çeşitlerine ve 'Vural No: 6' klonlarına ait 298 baş kullanılmıştır. Ege Üniversitesi Bahçe Bitkileri Bölümü deneme alanlarındaki enginar koleksiyon parsellerinde 2016-2017 yılları arasında yürütülen çalışmalarda çeşitlerin tohum verim ve kaliteleri birincil ve ikincil başlar düzeyinde incelenmiş, baş pozisyonunun tohum adedi/baş, bin dane ağırlığı ve çimlenme yüzdelerine etkisinin istatistik bakımdan önemli olmadığı tespit edilmiştir. Açık tozlanmaya bırakılan genotiplerde baş pozisyonu gözetmeksizin yapılan incelemelerde 'Vural No: 6' ve 'Bayrampaşa' sırasıyla 288 (a) ve 273 (a) tohum adedi/baş değeri ile en yüksek değere sahip olmuştur. 'Kıbrıs Karası' çeşidinin ise en yüksek bin dane ağırlığına (56 g) ve çimlenme yüzdesine (%79,71) sahip tohumlar ürettiği tespit edilmiştir. Açık tozlanan genotiplerde en güçlü korelasyonun ise bin dane ağırlığı ile çimlenme yüzdesi arasında olduğu görülmüştür. İzolasyon uygulaması yapılan 'Sakız' ve 'Vural No: 6' genotiplerinde tohum adedi/baş değerlerinde önemli ölçüde düşüşler görülmüştür. Aynı şekilde suni tozlama yapılan tüm genotiplerde de bu oran düşmüştür. 20 gün süreyle +4°C'de depolanan polenlerde yapılan canlılık testlerinde ise polenlerde canlılığının önemli ölçüde düştüğü tespit edilmiştir. Bununla beraber polenlerin kendilemelerde ve melezlemelerde kullanılma potansiyellerini koruduğuna kanaat getirilmiştir. 298 heads belonging to the globe artichoke [Cynara cardunculus L. subsp. scolymus (L.) Hayek] varieties 'Sakız', 'Bayrampaşa', 'Kıbrıs Karası' and the clone 'No: 6' were used in this study to investigate reproductive biology and seed yield of artichoke. In the studies conducted between 2016 and 2017 in the artichoke collection parcels in the experimental fields of the Ege University Department of Horticulture, seed yield and quality of the varieties were examined. It has been determined that the head position at primary or secondary levels has no statistical significance on the seed number / heads, 1000 seed weight, and percentage of germination. Without taking head position into consideration, among genotypes left to open pollination, 'No: 6' and 'Bayrampaşa' had the highest seed yields with 288(a) and 273(a) seeds / head, respectively. The variety 'Kıbrıs Karası' was found to produce seeds with the highest 1000 seed weight (56 g) and germination percentage (79,71%). The strongest correlation in open pollinating genotypes was found between 1000 seed weight and germination percentage. Significant reductions in seed number / head were observed in 'Sakız' and 'No: 6' genotypes where isolation was performed. This rate is also reduced in all clones that are artificially pollinated. It has been determined that pollen viability significantly decreased in viability tests performed on seeds stored at +4°C for 20 days. However, it was concluded that the pollens retained their potential to be used for selfings and hybridizations.
- Other research product . 2016Open Access TurkishAuthors:Gürkan, Ferda;Gürkan, Ferda;Publisher: Ege Üniversitesi, Tıp FakültesiCountry: Turkey
Amaç: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı’nda 2008-2015 yılları arasında izlenen 116 serebral felçli olgunun verileri ile (grup 1), 118 epilepsinin eşlik ettiği serebral felçli olgunun (grup 2) verileri karşılaştırılarak, serebral felçli çocuklarda epilepsi gelişimi için risk faktörlerinin retrospektif olarak belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Hastaların dosyalarından demografik verileri, fizik bakı bulguları, mevcut laboratuvar verileri (kraniyal ultrasonografi (USG), kraniyal bilgisayarlı tomografi (BT), kraniyal manyetik rezonans görüntüleme (MRG)), gözlenen nöbet tipi/tipleri, EEG bulguları, epileptik sendrom tipi ve hastanın aldığı tedaviler incelenmiş ve epilepsinin eşlik ettiği ve etmediği gruplar bu değişkenler açısından karşılaştırıldı.Araştırma verileri IBM SPSS Statistics 17.0 programında analiz edildi. Analizlerde tanımlayıcı istatistiklerde, ki kare, t-test ve lojistik regresyon analizi kullanıldı. p<0,05 olduğu durumlar istatistik olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Grup 1’deki 116olgunun %39,7’si kız ve %60,3’ü erkekti. Grup 2’deki 118 olgunun %42,4’ü kız ve %57,6’sı erkekti. Grup 1’de çalışma esnasındaki ortanca yaş, 101,5 ay, grup 2’de ise 115,5 ay olarak bulundu. Anne-baba arasında akrabalık, grup 1’de %17,2 iken, grup 2’de %19,5 olarak saptandı. Gruplarda birinci derece akrabalarda nöbet öyküsü benzer oranlarda saptandı. Seksiyo/sezaryen (C/S) ile doğum grup 1’de %48,1 iken, grup 2’de %57,6 olarak saptandı. Grup 1’de ortanca gestasyonel yaş 38 hafta, grup 2’de ise 38,5 hafta olarak saptandı. Doğum ağırlığı değerlendirildiğinde grup 1 için ortanca değer 2765 gram iken, grup 2 için bu değer 2940 gram olarak bulundu. Iki grup arasında pre/peri/postnatal risk faktörlerininvarlığı benzer oranlarda idi.Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde ortanca yatış süresi ve mekanik ventilasyon uygulanma oranı grup 1 ve 2’de benzerdi. Grup 1’de 20 olguda, grup 2’de ise 45 olguda neonatal konvülziyon kaydedildi.Neonatal dönemde geçirilen nöbet tipleri açısından gruplar değerlendirildiğinde fokal klonik ve jeneralize tonik nöbetlerin, ileride epilepsi gelişen grupta anlamlı derecede sık görüldüğü gözlendi. Neonatal EEG’dezemin ritmi, grup 1’de%23,5, grup 2’de %64,7 oranında anormal izlendi. Grup 1’de %80, grup 2’de ise %93,3sıklıkta yenidoğan yoğun bakım ünitesinde taburculukta en az bir antiepileptik kullanımı saptandı. Yenidoğan döneminde çekilen kraniyal USG, BT veMRG anormal bulguları açısından her iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Altıncı ayda kontrol EEG’leri çekilen grup 1’deki olgularda%94,4 sıklıkta zemin ritmi normal saptanırken, bu oran grup 2’de %68,5 olarak bulundu. SF tipleri içerisinde en sık izlenen spastik bilateral (tetraplejik) tip grup 1’de %36,2, grup 2’de %55,9 sıklıkta idi. Ikinci sıklıkta görülen SF tipi spastik unilateral tip grup 1 ve 2 için de benzer oranda gözlendi. Spastik bilateral diplejik tip, grup 1’de %32,8, grup 2’de %16,9 sıklıkta idi. Grup 2’deki olgularda ortanca epilepsi başlangıç yaşı 6 ay olarak saptandı. Grup 2’deki olgularda en sık gözlenen nöbet tipi jeneralize nöbetler olup %46,6 oranında gözlendi. Fokal ve/veya sekonder jeneralize nöbetler%39 oranında idi. Epilepsisi olan olguların 9’unda (%10,1) infantil spazmlar gözlendi. Epilepsi gelişen olguların çekilen son EEG’leri incelendiğinde zemin ritmi %70,3 normal saptandı. Yedi olguda West Sendromu görülürken, iki olguda öncesinde West Sendromu varken, izleminde Lennox Gastaut Sendromu geliştiği izlendi.Grup 2’deki olguların %7,6’sında izlemde antiepileptik tedavi kesilirken, diğer olguların tümü en az bir antiepileptik kullanmaktaydı. Çoklu ilaca rağmen dirençli epilepsi gelişimi %20,3 sıklığında gözlendi. Kraniyal MRG’de periventiküler lökomalazi her iki grupta benzer olarak görüldü. Kraniyal MRG’de serebral atrofi, serebral anomaliler ve hidrosefali grup 2’de anlamlı olarak daha sık izlendi. Intrakraniyal kanama ve iskemik değişiklikler grup 1’de %9,8, grup 2’de%4,7 sıklıkta idi. Tüm olgularda SF’ye eşlik eden problemler incelendiğinde görme problemleri, mental retardasyon ve mikrosefali grup 2’de anlamlı olarak sık görüldü.Bu problemlerin eşliği epilepsi gelişim riskini sırasıyla 3, 4 ve 3,8 kat arttırdığı saptandı. İşitme problemleri iki grupta benzer oranda saptandı. Sonuç:Serebral felçli hastalarda aşağıdaki faktörler epilepsi gelişimi için anlamlı risk faktörü olarak saptandı (p<0,05). • Neonatal nöbet varlığı, • Neonatal dönemde fokal klonik nöbet ve jeneralize tonik tip nöbet, •Neonatal dönemde çekilen EEG’de temel aktivitenin anormal olması •Yenidoğan yoğun bakım ünitesinden taburculukta antiepileptik ilaç kullanımı, • Bilateral spastik (tetraplejik) serebral felç varlığı, • 6. ayda çekilen EEG’de epileptik aktivite varlığı, • Nörogörüntülemede serebral atrofi, hidrosefali ve serebral anomali varlığı, • Görsel problemler, • Mikrosefali, • Mental retardasyon. Objective: At Ege University Faculty Of Medicine, Department Of Pediatrics, Department Of Pediatric Neurology, between 2008-2015, 116 non-epileptic children with cerebral palsy (group 1) and 118 epileptic children with cerebral palsy (group 2) has been studied and to determine risk factors of epilepsy at children with cerebral palsy, case data of these groups compared to each other retrospectively. Materials and Methods: Demographical values, physical examination, existing laboratory values (cranial ultrasonography (USG), cranial computerized tomography (CT), cranial magnetic resonance imaging (MRI)), type/types of seizures, findings of EEG, type of epileptic syndrome and medications of patients took are analyzed and epileptic and non-epileptic groups are compared according to these variables. Data of this study is analyzed via IBM SPSS 17.0 program. At analysis, ki-square, t-test and logistic regression analyze has been used for defining statistics. Values with p<0,05 are considered as statistically significant. Results: %39,7 of group 1 with 116 patient were female and %60,3 of it were male. %42,4 of group 2 with 118 patient were female and %57,6 of it were male. Mean value of age at group 1 was 101,5 month old and group 2 was 115,5 month old. %17,2 of group 1 are children who has parents from same lineage and this value is %19,5 at group 2. Seizure history is found similar between first degree relatives of groups. Birth via caesarean section (C/S) is found %48,1 at group 1 and %57,6 at group 2. Gestational age of group 1 was 38 weeks and group 2 was 38,5 weeks. Mean value of birth weight of group 1 was 2765 gram and group 2 was 2940. Pre/peri/postnatal risk factors of these groups were similar. Mean value of newborn intensive care unit period and mechanic ventilation usage rate were similar between groups. 20 in group 1, 45 in group 2, neonatal convulsion cases have been recorded. When we compare groups according to types of seizures in neonatal period, focal clonic and generalized tonic seizures recorded significantly frequently in group 2. Basal rhythm of neonatal EEG was abnormal at %23,5 of group 1 and %64,7 of group 2. At least one antiepileptic agent was used at discharging patients from neonatal intensive care unit in group 1 by %80 and group 2 by %93,3. No difference found between groups in terms of imaging systems (USG, CT, MRI) findings. When we look at 6th month EEG screening results, %94,4 of group 1 had normal basal rhythm meanwhile %68,5 of group 2 had normal basal rhythm. Spastic bilateral (tetraplegic) type, which is most common CP type, has been seen %36,2 in group 1 and %55,9 in group 2. Spastic unilateral type, which is 2nd most common CP type, has been seen similar between group 1 and 2. Spastic bilateral diplegic type has been seen %32,8 in group 1 and %16,9 in group 2. Mean age to start epilepsy is 6months in group 2. Most common seizure type seen in group 2 was generalized type seizures with %46,6. Focal and/or secondary generalized seizure types were %39. 9 epileptic case (%10,1) had infantile spasms. Screening EEG basal rhythm finding were normal in %70,3 at new epileptic cases. 7 cases had West syndrome meanwhile 2 cases had West syndrome first, but then clinical presentation shifted towards Lennox Gastaut Syndrome. Anti-epileptical treatment stopped at %7,6 of group 2, others keep using at least one anti-epileptic medication. Even with multiple anti-epileptic medication, %20,3 of group 2 developed resistant type epilepsy. Periventricular leukomalacia detected similar amounts between 2 groups in cranial MRI scanning. Cerebral atrophy, cerebral anomalies and hydrocephaly are seen in group 2 significantly more. Intracranial hemorrhage and ischemia are seen at %9,8 of group 1 and %4,7 of group 2. When we check problems that co-exist with CP in all cases, we saw that sight problems, mental retardation and microcephaly are significantly more at group 2. Risk multipliers of these problems are 3 times for sight problems, 4 times for mental retardation and 3,8 times for microcephaly. Hearing problems incidence were similar between these 2 groups. Conclusion: These factors are found clinically significant for epilepsy in cerebral palsy children (p<0.05): •Seizure history in neonatal period •Focal clonic or generalized tonic type seizure history in neonatal period •Abnormal findings at basal activity of EEG in neonatal period •Using antiepileptic agent at discharging patients from neonatal intensive care unit • Existing bilateral spastic (tetraplegic) cerebral palsy • Epileptic activity in 6th month screening EEG • Existing cerebral atrophy , hydrocephaly, and cerebral anomaly in neuroimaging systems •Sight problems • Microcephaly • Mental retardation
- Other research product . 2011Open Access TurkishAuthors:Sungur, İlker Ulaş;Sungur, İlker Ulaş;Publisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
Amaç: Bu çalışmada mesane ile ilgili sorunları olan multiple skleroz'lu (MS) hastalarda, üriner sisteme ilişkin mevcut semptomların ürodinamik bulgularla korelasyonu ve yaşam kalitesine olan etkilerinin araştırılması amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya üriner sisteme ilişkin semptomları olan MS'li 19 hasta (3 erkek, 16 kadın) alındı. Tüm hastalardan ayrıntılı tıbbi öykü alınarak, nörolojik muayeneleri yapıldı. Hastalara ait demografik (yaş, cinsiyet, meslek, eğitim) ve klinik veriler (MS başlama yaşı, MS süresi, MS tipi, kliniğe geldiğindeki mesane rehabilitasyon şekli, EDDS ve EDSS mesane/barsak skoru) hasta dosyalarından ve yüzyüze görüşme yöntemi ile elde edildi. Üriner semptomların yaşam kalitesine etkisini belirlemek için "İnkontinans yaşam kalitesi ölçeği (IQOL)'', "King's yaşam kalitesi ölçeği'' ve "ICIQ-SF (İdrar kaçırma anketi-Kısa Form)'' hastalara dolduruldu. Çalışmaya alınan tüm hastaların ürodinamik inceleme sonuçları değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 30,95±9,54 idi. MS süreleri ortalama 94,84±49,27 aydı. MS tipleri içinde en sık %63,2 ile relaps ve remisyonlarla giden tipi idi. EDSS skoru ortalaması 3,89±1,90 idi. En sık saptanan semptom tipi % 63,2 ile miks tip idi. En sık görülen septomlar sık idrara çıkma, ani sıkışma hissi ve noktüri idi. ICIQ-SF skoru ortalama 8,84±4,92 idi. IQOL anketinde en yüksek etkinin saptandığı bölüm "Kaçınma ve Davranış Kısıtlaması'' alt başlığı puanlarında (37,21±17,92); King's yaşam kalitesi ölçeğinde en yüksek etkilenim "İdrar kesesi probleminin yaşam kalitesine etkisi'' alt başlık puanında (75,40±24,47) idi. Ürodinamik inceleme sonrası hastalarda en sık detrüsör aşırı aktivitesi (%57,9) saptanırken; hastaların % 26,3'ünde herhangi bir patolojik bulgu saptanmadı. EDSS skoru ile üriner semptomlar ve ürodinamik bulgularla korelasyon saptanmazken; yaşam kalitesi ölçeklerinden sadece "günlük işlerde kısıtlılık'' alt başlığı ile pozitif yönde korelasyon saptandı. Semptom tipi ile yaşam kalitesi ölçekleri arasında ilişki saptanmazken; miks tip semptom görülen hastalarda ürodinamik incelemede düşük mesane kapasitesi ve patolojik bulgu saptanma oranı irritatif semptomlu hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek idi (p<0.05). Ürodinamik incelemede patolojik bulgu saptanan hastalarda King's yaşam kalitesi anketinin "duygu durum'' ve "uyku-enerji'' alt başlık puanları ürodinamik patoloji saptanmayan hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Sonuç: Üriner disfonksiyona bağlı semptomlar MS hastalarında kişinin yaşam kalitesini etkileyen önemli bir sorundur. Semptomlarla altta yatan patoloji arasında her zaman sabit bir ilişki bulunmadığı için, bu hastalarda ürodinamik incelemeler yapıldıktan sonra saptanan mesane tipine göre uygun tedavinin verilmesi daha doğru görünmektedir.
- Other research product . 2020Embargo TurkishPublisher: Ege ÜniversitesiCountry: Turkey
The cultivation power of soil is also decreased by same plant cultivation (mono cultivation) without proper seeding plan every year. In the regions cultivating industrial tomato, it is seen that the decreasing of organic content of soil, increasing of environmental pollution and deterioration of natural balance. In this research carried out for solving the above mentioned problems, different cultivation patterns were planned including as cultivation of silage maize, green beans, and fallow which are applied by some farmers and cultivation of brown mustard (Brassica juncea L.) was added before tomato cultivation. The plant nutrient contents through taking leaves samples during the flowering period and yield (at the end of vegetation period) were determined in the parcels which belonged to cropping system in the tomato cultivation periods. As a result of the study, it was determined that organic substance content of soil was increased in important level by the preliminary plant cultivation applications. At the end of the experiments (April 2018), total nitrogen contents of soils were reached sufficient levels in the 1st (tomato – maize – mustard – tomato – maize – mustard – tomato), 4th (tomato – green beans - wheat – wheat – green beans – mustard – tomato), and 6th (tomato – green beans – farrow – tomato – green beans – farrow – tomato) preliminary plant cultivation applications but this increase was not statistically important as to other applications. The total nitrogen and iron content of tomato leaves did not show important differences as to preliminary plant applications. The amount of phosphorous were increased at the end of the experiments as to the beginning. The amount of magnesium, zinc and manganese were also increased in the tomato leaves at the end of the experiment. The calcium amount of tomato leaves was the maximum level in the second preliminary application (tomato – green beans – mustard – tomato – green beans – mustard – tomato) and the minimum level at the 6th preliminary application (tomato – green beans – furrow – tomato – green beans – furrow – tomato). At the end of the study, the important effects of the preliminary plant cultivation applications were not seen in the copper content as to the beginning of the experiment. The highest yield was determined in the second and third cultivation methods at the end of the third production period. Uygun bitki ekim planlaması yapılmadan her yıl aynı ürün (monokültür) yetiştirilmesi de toprağın verimlilik gücünü azaltmaktadır. Sanayi domatesi tarımının yoğun olduğu bölgelerde de her yıl yapılan domates tarımında toprak organik maddesinin azalması, çevre kirliliğinin artması ve doğal dengenin bozulması gibi sorunların arttğı gözlenmektedir. Belirtilen sorunlara çözüm için yürütülen bu çalışmada bazı çiftçilerce öngörülen silaj mısır, buğday, taze fasulye ve nadas uygulamalarına; domates üretimi öncesinde kahverengi hardal (Brassica juncea L.) ilave edilerek farklı üretim desenleri planlanmıştır. Domates yetiştirilen dönemlerde her ekim nöbeti uygulamasına ait parsellerdeki bitkilerden yaprak örnekleri alınarak (çiçeklenme döneminde) bitki besin maddesi içerikleri ile vejetasyon sonunda verim miktarları belirlenmiştir. Çalışma sonunda, ön bitki uygulamaları genel olarak toprağın organik madde içeriğini önemli düzeyde artırmıştır. Toprakların toplam azot miktarları; denme sonunda (Nisan 2018) 1. (Domates-Mısır-Hardal-Domates-Mısır-Hardal-Domates), 4. (Domates-Fasulye-Buğday-Buğday-Fasulye-Hardal-Domates) ve 6. (Domates-Fasulye-Nadas-Domates-Fasulye-Nadas-Domates) ön bitki uygulamaları sonrasında yeterli düzeylere ulaşmış ancak bu artış diğer uygulamalara göre istatistiksel olarak önemli olmamıştır. Toprakların alınabilir fosfor, çinko ve bakır içerikleri deneme sonunda başlangıca göre artmıştır. Domates bitkilerine ait yaprakların toplam azot ve demir miktarları, ön bitki uygulamalarına bağlı olarak önemli bir farklılık göstermemiştir. Fosfor miktarları, toprakta olduğu gibi deneme sonunda başlangıca göre artmıştır. Magnezyum, çinko ve mangan miktarları da deneme sonunda (Nisan 2018) yetiştirilen domates yapraklarında artmıştır. Tüm ön bitki uygulamaları dikkate alındığında; domates yapraklarının kalsiyum miktarları 2. (Domates-Fasulye-Hardal-Domates-Fasulye-Hardal-Domates) ön bitki uygulama proğramında en fazla, 6.( Domates-Fasulye-Nadas-Domates-Fasulye-Nadas-Domates) ön bitki proğramında ise an az düzeyde belirlenmiştir. Bakır içerikleride ise deneme sonunda başlangıca göre uygulamaların önemli etkisi gözlenmemiştir. Üçüncü üretim dönemi sonunda, 2. ve 3. (Domates-Mısır-Buğday-Buğday-Mısır-Hardal-Domates) uygulamalarda en yüksek verim değerlerine ulaşılmıştır.