Advanced search in
Research products
arrow_drop_down
Searching FieldsTerms
Any field
arrow_drop_down
includes
arrow_drop_down
Include:
1,886 Research products, page 1 of 189

  • Research data
  • Other research products
  • Other ORP type
  • TR
  • Turkish
  • Ege University Institutional Repository

10
arrow_drop_down
Relevance
arrow_drop_down
  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Mustafa Bolca; Yusuf Kurucu; Ünal Altınbaş;
    Country: Turkey

    With this research, cotton-planted, areas in West Anatolia Region in 2002 and the amount of cotton, crop were determined by the remote sensing technique. For this purpose, 453 band.combinations of satellite images recorded in May and August 2002 by Laridsat 7 TM were used. Following the application of general-image process, images were rectified by ovetlapirig with 1/25 000 scale topographic maps. Relating the reflection values depending on the property of green vegetation growth with the yield property of cotton, yield groups were formed in three levels, Satellite images were classified by supervised method according to the frequency of quantitative appearance of the yield groups and cotton-planted areas in squaremetres and, their distributions in the township basis were determined. With field studies; yield of each group per acres were determined on local basis, and the amount of crop was determined multiplying these figures by values of planted areas. Bu araştırma ile Batı Anadolu Bölgesinde yer alan 2002 yılı pamuk ekili alanları ile pamuk ürün rekoltesi uzaktan algılama tekniği kullanılarak saptanmıştır. Bu amaçla 2002 yılı Mayıs ve Ağustos aylarında alınmış Landsat 7 TM uydu görüntülerinin 453 bant kombinasyonları kullanılmıştır. Genel Uydu görüntü işlenmesi uygulamalarından sonra 1/25000 ölçekli altlık haritalarla çakıştırılarak rektifiye edilmiştir. Pamuk bitkisi, yeşil doku gelişim özelliğine bağlı yansıma değerleri verim özelliği ile ilişkilendirilerek 3 seviyeli verim grubu oluşturulmuştur. Uydu görüntüleri, verim gruplarının sayısal görülme aralıklarına göre eğitimli (Supervised) yöntem ile sınıflandırılmış ve ilçe bazında pamuk ekili alanların yüz ölçümleri ile dağılım alanları saptanmıştır. Arazi çalışmaları ile her grup için dekara verimleri yöre bazında belirlenmiş ve ekili alan değerleri ile çarpılarak ürün rekoltesi saptanmıştır.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    B. Altay; T. Akalın; B. Semerci;
    Country: Turkey

    Retroperitoneal alveolar rhabdomyosarcoma is a very rare condition in adults and it is also an adverse prognostic factor. A 56 years old man was presented with a left lombar flank pain for 15 days. Radiologie examination revealed 13x10 cm retroperitoneal mass with cystic component near the lower pole of the left kidney. After explorative surgery, histopathologic examination was reported as alveolar rhabdomyosarcoma. Eight courses of adjuvant chemotherapy were performed, but in the control CT (Computed Tomography) examination a recurrent tumor with 10 cm dimension was detected. Three months after the second tumor resection surgery, patient died. Retroperitonal alveolar rabdomiyosarkom erişkinlerde oldukça nadir gözlenir ve kötü prognostik faktördür. 56 yaşında erkek hasta 15 gündür süren sol lomber bölgede flank ağrı ile başvurmuştur. Radyolojik incelemede retroperitonal bölgede sol böbrek alt pol komşuluğunda 13x10 cm. boyutlarında kistik komponentli kitle saptanmıştır. Eksploratif cerrahi sonrası, histopatolojik incelemede alveolar rabdomiyosarkom tanısı almıştır. Olguya 8 kür adjuvant kemoterapi planlanmıştır, kontrol BT (Bilgisayarlı Tomografi) ile incelemede 10 cm. çapında nüks kitle saptanmıştır. İkinci cerrahi tümör rezeksiyonu girişimden 3 ay sonra hasta kaybedilmiştir.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Hüseyin Tezel; Tijen Pamir; C.Can Atakan; Erdal Ersan; Ruhi Özyürek;
    Country: Turkey

    One of the important complications that might be seen among the children with congenital and acquired heart diseases is infective endocarditis which has 25-30% mortality risk. All cardiac malfunctions resulting from the hemodynamic trauma of the turbulence of blood stream prepares a sound basis for infective endocarditis. Infective endocarditis develops due to the infusion of bacteria from local areas to the damaged region via blood. Eighty-two children who were in routine control in Ege University School of Medicine Department of Pediatric Cardiology were included in this study. Twenty-eight patients having acquired- and 32 children having congenital heart disease were included in the study group. There were 22 healthy children in the control group. Caries prevalence and DMF index of the acquired and congenital heart diseased children were determined via intraoral examination. The results showed that caries prevalence and DMF index of the study group were considerably higher compared to the healthy children. It is important to remove the microbial dentinal plaque which is effective on the caries and periodontal disease that may lead to the bacteremia especially in children having cardiac disorders. Gerek konjenital gerekse akkiz kalp hastalığı taşıyan çocuklarda ortaya çıkabilen ve %25-30 oranında mortalite ile sonuçlanan önemli bir komplikasyon da infektif endokardittir. İnfektif endokardit konjenital veya akkiz kalp hastalığına bağlı türbülansın yol açtığı endokardiyal hasara, vücuttaki herhangi bir infeksiyon odağından kana geçen bakterilerin tutunmasıyla ortaya çıkar. Bu çalışmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı’nda rutin kontrolleri yapılan 82 çocuk dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen çocuklardan 28’i akkiz, 32’si konjenital kalp hastası idi. Tamamen sağlıklı 22 çocuk ise kontrol grubunu oluşturdu. Çocukların yapılan ağız muayeneleri sonrasında DMF indeksleri ve çürük prevalans hızları belirlendi. Sonuçta konjenital ve/veya akkiz kalp hastalığı taşıyan çocukların DMF indeksleri ve çürük prevalans hızlarının kontrol grubununkinden anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur. Bu çalışmanın sonucuna göre çürük ve periodontal hastalıkların oluşumunda etkili ve direkt bir bakteriyemi sebebi olan mikrobiyal dental plağın kaldırılmasının, konjenital ve akkiz kalp hastalığı taşıyan çocuklarda özellikle önemli olduğu düşünülmüştür.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Meral Kayıkçıoğlu; Levent Can; Hakan Kültürsay; Serdar Payzin; Nihal Erdem; Aytül Zerrin Sin; Cüneyt Türkoğlu;
    Country: Turkey

    Coronary interventional procedures are expected to induce soluble P (sP)-selectin, a cell-adhesion molecule, release through the local injury on the coronary lesion. The aim of this study was to evaluate the magnitude of sP-selectin secretion in response to vascular injury after balloon angioplasty (PTCA) and its relationship with restenosis. Methods: The study group consisted of 26 consecutive patients undergoing successful elective first PTCA. Patients suffering from any kind of infectious disease and systemic immunological illness or receiving an immune-modulating medication were excluded. Fifteen patients (age- and sex-matched) with normal coronaries served as controls. All procedures were performed with the same protocol. Plasma sP-selectin levels were measured before and immediately and 24 hours after the invasive procedure. ELISA method was used for the quantitative laboratory measurement of sP-selectin. Results: sP-selectin levels before the invasive procedure were significantly higher when compared to control group and significantly increased 24 hours after PTCA (study group: serially 68±23 ng/ml, 63±21 ng/ml, and 133±20 ng/ml; control group 25±7ng/ml). There were no changes in sP-selectin levels immediately after the procedure. During the follow-up period, restenosis developed in 8 patients. The pre- and post 24 hour P-selectin levels were higher in patients who developed restenosis (for baseline values: 84±8 ng/ml vs 59±22 ng/ml, p=0,006;and for 24th hour values 157±5 ng/ml vs 120±13 ng/ml, p=0,001). Conclusion: 1. sP-selectin levels are increased in patients with coronary artery disease. 2. PTCA induces a significant rise in sP-selectin levels which may indicate a potential role of this mediator in the response of the vessel wall to PTCA injury. These findings suggest that PTCA triggers an inflammatory response leading to further sP-selectin secretion. 3. Patients in whom restenosis developed had higher levels of pre and post PTCA levels of P-selectin. There might be a relationship between the restenosis and P-selectin levels which is thought to be reflecting a triggering effect. İnvazif girişimlerin, koroner lezyonlarda lokal bir hasarlanma yaratarak yüzey adezyon molekülü sekresyonunda artışa yol açması beklenmektedir. Bu çalışmanın amacı balon anjiyoplasti sonrasında oluşan damar zedelenmesine yanıt olarak bir adezyon molekülü olan soluble P(sP)selektin düzeylerindeki değişiklikleri araştırmak ve restenozla ilişkisini değerlendirmekti. Yöntem: Çalışma grubu ilk kez elektif koroner anjiyoplasti endikasyonu konulan ardışık 26 olgudan oluşmakta idi. Herhangi bir infeksiyöz veya sistemik immün hastalığı olan ve immünomodülatör ilaç kullanan olgular çalışmaya alınmadı. Kontrol grubu, anjiyografik olarak koroner arter hastalığı olmayan yaş ve cinsiyeti çalışma grubu ile uyumlu 15 olgudan oluşuyordu. Tüm girişimler aynı protokol ile uygulandı. Plazma sP-selektin düzeyleri girişimden önce, hemen sonra ve 24 saat sonrasında ELISA yöntemi ile ölçüldü. Bulgular: Bazal plazma sP-selektin düzeyleri, çalışma olgularında kontrol grubuna göre anlamlı oranda daha yüksek saptandı (68±23 ng/ml'e karşın 25±7ng/ml; p<0.05). Anjiyoplasti sonrasında ise hemen yapılan ölçümlerde sP-selektin düzeylerinde bir değişiklik gözlenmezken, 24. saat ölçümlerinde anlamlı derecede yükselme mevcuttu (sırasıyla 68±23 ng/ml, 63±21 ng/ml ve 133±20 ng/ml p<0.05). İzlemde 8 olguda restenoz gelişti. Restenoz gelişenlerin bazal ve 24. saat sP-selektin düzeyleri, gelişmeyenlere göre daha yüksekti (bazal düzeyler: 84±8 ng/ml'e karşın 59±22 ng/ml, p=0,006; 24.saat düzeyleri 157±5 ng/ml'e karşın 120±13 ng/ml, p=0,001). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları: 1) Plazma sP-selektin düzeyi, koroner arter hastalarında yüksektir. 2) Koroner anjiyoplasti sonrasında sP-selektin düzeyinde belirgin artış olmaktadır. Bu durum, bu mediatörün balon hasarına damar duvarının verdiği yanıttaki potansiyel rolünü belirtiyor olabilir. 3) Restenoz gelişen olgularda işlem öncesi ve sonrası 24. saat P selektin düzeyleri daha yüksektir. P selektin düzeylerindeki artış restenoza giden patofizyolojik sürecin tetikleyicisi olabilir.

  • Other research product . Other ORP type . 2000
    Open Access Turkish
    Authors: 
    Şahin Yeşim Akkoç; Yeşim Kirazlı; Ferda Erer; Günay Celeboğulu;
    Country: Turkey

    The aim of this study was to investigate the radiopathological findings based on plain radiographic examinations of patients with low back pain. Of the 747 patients, with a mean age of 47.97 years, 488 (65.32%) were women and 259 (34.67%) were men. Plain antero-posterior and lateral lumbosacral vertebrae radiographes were obtained from all patients and were examined in regard to the presence of congenital abnormalities (sacralisation, lumbarisation, spina bifida), lumbar degenerative disc disease, osteoporosis, spondylolisthesis and scoliosis. It was found that degenerative disc disease (29.58%) was the most frequently encountered radiopathological finding, followed by osteoporosis (23.03%) and congenital abnormalities (21.15%). Spondylolisthesis (6.02%) and scoliosis (4.28%) were relatively rare. The most common congenital abnormality was sacralisation (17.67%). Degenerative disc disease was most frequently seen al L4-L5 and L5-S1 levels. When the radiopathological findings were analyzed according to sex distribution, there was no significant difference between women and men, except for osteoporosis. Conventional radiographic examination has been useful to give proper exercise protocol and brace for patients with spondilolisthesis and to investigate secondary factors, in young patients with osteoporosis. Bu çalışmanın amacı, bel ağrısı olan hastalarda direkt radyolojik incelemedeki radyopatolojik bulguları araştırmaktı. Ortalama yaşlan 47.97 yıl olan 747 hastanın 488'i kadın (%65.32), 259'u erkek (%34.67) idi. Tüm hastaların antero-posterior ve lateral lumbosakral vertebra radyografileri elde edildi. Direkt radyografiler, konjenital anomaliler (sakralizasyon, lumbalizasyon, spina bifida), lomber dejeneratif disk hastalığı, osteoporoz, spondilolistezis ve skolyoz varlığı yönünden değerlendirildi. Dejeneratif disk hastalığının (%29.58) en sık karşılaşılan radyopatolojik bulgu olduğu, bunu osteoporoz (%23.03) ve konjenital anomalilerin (%21.15) izlediği saptandı. Spondilolistezis (%6.02) ve skolyoz (%4.28) nisbeten daha nadirdi. En sık görülen konjenital anomali sakralizasyondu (%17.67). Dejeneratif disk hastalığı en sık L5-S1 ve L4-L5 düzeylerinde görüldü. Bu radyopatolojik bulguların cinse göre dağılımı incelendiğinde, osteoporoz dışındaki bulguların kadın ve erkek hastalarda görülme sıklıklarında anlamlı bir fark olmadığı görüldü. Konvansiyonel radyografik inceleme yapılması, spondilolistezisli hastalarda, uygun egzersiz protokolü ve korsenin verilmesi ve osteoporozlu genç hastalarda sekonder faktörlerin araştırılması için yararlıdır.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Algan, Naci; Aygün, Hamdi;
    Country: Turkey

    Bu çalışmada; Bornova ekim yerinde ve ana ürün koşullarında, 1995/96 ve 1996/97 yıllarında yetiştirilen 6 fizyolojik kışlık kanola genotipine ait bazı ^özelliklerin parsel değerleri kullanılarak, kanolada verim ıslahı için sefeksiyon kriterlerini belirlemek amacıyla korelasyon ve path analizi uygulanmıştır. Çalışma sonuçlarına göre; tek bitki verimi ile bitkide bakla sayısı (r=0.45**), baklada tane sayısı (r=0.92**) ve bin tane ağırlığı (r=0.83**) arasında pozitif ve önemli korelasyon katsayıları bulunmuştur. Öte yandan, path analizinde de tek bitki verimi üzerine bitkide bakla sayısı (p=0.28), baklada tane sayısı (p=0.64) ve bin tane ağırlığı (p=0.35) özelliklerinin doğrudan etkisinin önemli ve pozitif olduğu saptanmıştır.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Mete Akısü; Metin İber; Resmiye Oral; Zafer Kurugöl; Nermin Tansuğ; Tayfun Kirazlı; Nilgün Kültürsay;
    Country: Turkey

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Cihangir-zeynep Çankaya;
    Country: Turkey

    Araştırmanın amacı; öğretmen adaylarının öznel iyi olma ve psikolojik ihtiyaçlarının doyurulma düzeylerini cinsiyet değişkeni açısından karşılaştırmak ve öznel iyi olma ile temel psikolojik ihtiyaçların doyumu arasındaki ilişkiyi incelemektir. Araştırmada 240 son sınıf öğrencisine ulaşılmıştır. Araştırmada öğrencilerin öznel iyi olma düzeyleri cinsiyete göre anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Özerklik ve yeterlik ihtiyaçlarının doyumu cinsiyet açısından anlamlı bir farklılık göstermezken, ilişkili olma ihtiyacının doyumu kızların lehine anlamlı bir farklılık göstermiştir. Araştırmada temel psikolojik ihtiyaçların doyumunun, iyi olmanın önemli bir yordayıcısı olduğu bulunmuştur. The aim of this research was to compare university students&#8217; subjective well-being and satisfaction level of psychological needs according to gender to and investigate the relationship between subjective well-being and satisfaction level of basic psychological needs. 240 university students participated in this research. There was no significant difference between subjective well-being, autonomy and competence needs satisfaction level of the students by gender. But there is significant difference about relatedness needs level for the women. It was find out that satisfaction of basic psychological needs was a significant predictor of wellbeing.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Sacide Pehlivan; Mustafa Pehlivan; Meral Koyuncuoğlu; Ali Özcan; Atilla Akkoçlu;
    Country: Turkey

    Küçük hücreli akciğer kanserinde (KHAK) mikrosatellit instabilite nadir görülmektedir. Heterozigotluğun kaybı (LOH) ise 1p, 3p, 5q, 8p, 9p, l Öp, 1 ip, 13q, 22q ve 17 kromozom lokalizasyonlanndaki bazı dinükleotid tekrarlarda belli oranlarda bulunmuştur. Araştırmamızda 5q 13. lokusunda bir instabilite, LOH ya da çalışılan dinükleotid tekrarın (D5S679) popülasyona spesifik bir allel gidişinin varlığı araştırılmıştır. Çalışmamızda analiz edilen 27 örneğin 25'inde (%92,6) D5S679'un 6 nolu alellinin var olduğu görülmüştür. Bu alel 39 normal kontrol grubunda sadece %2.6 oranında gözlenmiştir (p<0.0001). 27 KHAK örneğinin 6'sında hastaların normal akciğer dokusuna ait örnekler çalışılıp karşılaştırıldığında 4'ünde LOH, ikisinde mikrosatellit instabilite gözlenmiştir. KHAK'de 5S679 dinükleotid tekrarla yapılan herhangi bir çalışma ise bildirilmemiştir. Altı nolu alelin bu yüksek oranı KHAK'de D5S679'un önemli bir dinükleotid tekrar olduğunu ve Türk popülasyonunda KHAK ile birlikte giden spesifik bir alel bulundurduğunu göstermiştir. Aynı zamanda bu mikrosatellit, mikrosatellit instabilite ve LOH çalışmaları için uygun bir para-metredir. Microsatellite instability has been rarely reported in small-cell lung cancer (SCLC). Meanwhile, loss of heterozygosity (LOH) was found in certain amounts on some dinucleotide repeats situated on chromosomal locations 1p 3p, 5q, 8p, 9p 10p, 1ip 13q, 22q and 17. We studied the presence of specific dinucleotide repeat (D5S679) on 5q 3 for instability, the presence of LOH and diverse alleles specific to our population as well as their frequency. The allele number six of D5S679 was found in 25 of 27 (92.6%) cases analyzed in our study. However, the same allele was encountered only in two of 39 (2.6%) individuals in normal control group (p<0.0001). When tumor tissue was compared to non-tumor lung tissue in only six cases among 27 cases with SCLC, LOH was found in four and microsatellite instability in two. A study of D5S679 in SCLC was not reported previously. The high frequency of the allele 6 of D5S679 in SCLC shows that it could be a significant marker for this disease and it contains a specific allel within SCLC in Turkish population. In conclusion, this microsatellite is an appropriate parameter for MI and LOH studies.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Mücella Güner; İnci Yaşatan; A. Aslı İlleez;
    Country: Turkey

    Günümüzde verimlilik özellikle yönetim kademesinde büyük önem kazanmıştır çünkü yönetim maliyetlerinin işe ya da bölüme göre oransız olarak artarak büyüdüğü görülmektedir. Yönetim giderleri bir işletmenin içtenlikle minimize etmek istediği ancak aynı zamanda verimliliğe ve işin dağıtım verimliliği açısından önemli katkısı kabul edilmiş giderlerdir. Bu nedenle, sistemin verimliliğini azaltmadan verimlilikte ve maliyet etkinliğinde hangi yönlerde geliştirmelerin gerçekleştirilebileceğini bulmak için yönetim işlemlerinin analiz edilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada, bir konfeksiyon firmasının yönetim işlevini yürüten ofis çalışanlarına yönelik "İş Örneklemesi" uygulaması yapılarak işin ayrıntılı olarak analizi ve kayıp zamanlarının tespiti gerçekleştirilmiştir. Administrative costs seem to escalate disproportionately as a business, or section of it, grows in size. Administrative costs are something which a business would dearly like to minimize, but at the same time recognizes as being important in terms of contributing to the efficient and effective delivery of its business. Nevertheless, there is a need to analyze administrative procedures so as to find ways by which improvements in efficiency and cost-effectiveness can be achieved without reducing the effectiveness of the system. In this study, "Work Sampling" aimed at office workers is applied and detailed analyze of work and determination of idle time are executed.

Advanced search in
Research products
arrow_drop_down
Searching FieldsTerms
Any field
arrow_drop_down
includes
arrow_drop_down
Include:
1,886 Research products, page 1 of 189
  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Mustafa Bolca; Yusuf Kurucu; Ünal Altınbaş;
    Country: Turkey

    With this research, cotton-planted, areas in West Anatolia Region in 2002 and the amount of cotton, crop were determined by the remote sensing technique. For this purpose, 453 band.combinations of satellite images recorded in May and August 2002 by Laridsat 7 TM were used. Following the application of general-image process, images were rectified by ovetlapirig with 1/25 000 scale topographic maps. Relating the reflection values depending on the property of green vegetation growth with the yield property of cotton, yield groups were formed in three levels, Satellite images were classified by supervised method according to the frequency of quantitative appearance of the yield groups and cotton-planted areas in squaremetres and, their distributions in the township basis were determined. With field studies; yield of each group per acres were determined on local basis, and the amount of crop was determined multiplying these figures by values of planted areas. Bu araştırma ile Batı Anadolu Bölgesinde yer alan 2002 yılı pamuk ekili alanları ile pamuk ürün rekoltesi uzaktan algılama tekniği kullanılarak saptanmıştır. Bu amaçla 2002 yılı Mayıs ve Ağustos aylarında alınmış Landsat 7 TM uydu görüntülerinin 453 bant kombinasyonları kullanılmıştır. Genel Uydu görüntü işlenmesi uygulamalarından sonra 1/25000 ölçekli altlık haritalarla çakıştırılarak rektifiye edilmiştir. Pamuk bitkisi, yeşil doku gelişim özelliğine bağlı yansıma değerleri verim özelliği ile ilişkilendirilerek 3 seviyeli verim grubu oluşturulmuştur. Uydu görüntüleri, verim gruplarının sayısal görülme aralıklarına göre eğitimli (Supervised) yöntem ile sınıflandırılmış ve ilçe bazında pamuk ekili alanların yüz ölçümleri ile dağılım alanları saptanmıştır. Arazi çalışmaları ile her grup için dekara verimleri yöre bazında belirlenmiş ve ekili alan değerleri ile çarpılarak ürün rekoltesi saptanmıştır.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    B. Altay; T. Akalın; B. Semerci;
    Country: Turkey

    Retroperitoneal alveolar rhabdomyosarcoma is a very rare condition in adults and it is also an adverse prognostic factor. A 56 years old man was presented with a left lombar flank pain for 15 days. Radiologie examination revealed 13x10 cm retroperitoneal mass with cystic component near the lower pole of the left kidney. After explorative surgery, histopathologic examination was reported as alveolar rhabdomyosarcoma. Eight courses of adjuvant chemotherapy were performed, but in the control CT (Computed Tomography) examination a recurrent tumor with 10 cm dimension was detected. Three months after the second tumor resection surgery, patient died. Retroperitonal alveolar rabdomiyosarkom erişkinlerde oldukça nadir gözlenir ve kötü prognostik faktördür. 56 yaşında erkek hasta 15 gündür süren sol lomber bölgede flank ağrı ile başvurmuştur. Radyolojik incelemede retroperitonal bölgede sol böbrek alt pol komşuluğunda 13x10 cm. boyutlarında kistik komponentli kitle saptanmıştır. Eksploratif cerrahi sonrası, histopatolojik incelemede alveolar rabdomiyosarkom tanısı almıştır. Olguya 8 kür adjuvant kemoterapi planlanmıştır, kontrol BT (Bilgisayarlı Tomografi) ile incelemede 10 cm. çapında nüks kitle saptanmıştır. İkinci cerrahi tümör rezeksiyonu girişimden 3 ay sonra hasta kaybedilmiştir.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Hüseyin Tezel; Tijen Pamir; C.Can Atakan; Erdal Ersan; Ruhi Özyürek;
    Country: Turkey

    One of the important complications that might be seen among the children with congenital and acquired heart diseases is infective endocarditis which has 25-30% mortality risk. All cardiac malfunctions resulting from the hemodynamic trauma of the turbulence of blood stream prepares a sound basis for infective endocarditis. Infective endocarditis develops due to the infusion of bacteria from local areas to the damaged region via blood. Eighty-two children who were in routine control in Ege University School of Medicine Department of Pediatric Cardiology were included in this study. Twenty-eight patients having acquired- and 32 children having congenital heart disease were included in the study group. There were 22 healthy children in the control group. Caries prevalence and DMF index of the acquired and congenital heart diseased children were determined via intraoral examination. The results showed that caries prevalence and DMF index of the study group were considerably higher compared to the healthy children. It is important to remove the microbial dentinal plaque which is effective on the caries and periodontal disease that may lead to the bacteremia especially in children having cardiac disorders. Gerek konjenital gerekse akkiz kalp hastalığı taşıyan çocuklarda ortaya çıkabilen ve %25-30 oranında mortalite ile sonuçlanan önemli bir komplikasyon da infektif endokardittir. İnfektif endokardit konjenital veya akkiz kalp hastalığına bağlı türbülansın yol açtığı endokardiyal hasara, vücuttaki herhangi bir infeksiyon odağından kana geçen bakterilerin tutunmasıyla ortaya çıkar. Bu çalışmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı’nda rutin kontrolleri yapılan 82 çocuk dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen çocuklardan 28’i akkiz, 32’si konjenital kalp hastası idi. Tamamen sağlıklı 22 çocuk ise kontrol grubunu oluşturdu. Çocukların yapılan ağız muayeneleri sonrasında DMF indeksleri ve çürük prevalans hızları belirlendi. Sonuçta konjenital ve/veya akkiz kalp hastalığı taşıyan çocukların DMF indeksleri ve çürük prevalans hızlarının kontrol grubununkinden anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur. Bu çalışmanın sonucuna göre çürük ve periodontal hastalıkların oluşumunda etkili ve direkt bir bakteriyemi sebebi olan mikrobiyal dental plağın kaldırılmasının, konjenital ve akkiz kalp hastalığı taşıyan çocuklarda özellikle önemli olduğu düşünülmüştür.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Meral Kayıkçıoğlu; Levent Can; Hakan Kültürsay; Serdar Payzin; Nihal Erdem; Aytül Zerrin Sin; Cüneyt Türkoğlu;
    Country: Turkey

    Coronary interventional procedures are expected to induce soluble P (sP)-selectin, a cell-adhesion molecule, release through the local injury on the coronary lesion. The aim of this study was to evaluate the magnitude of sP-selectin secretion in response to vascular injury after balloon angioplasty (PTCA) and its relationship with restenosis. Methods: The study group consisted of 26 consecutive patients undergoing successful elective first PTCA. Patients suffering from any kind of infectious disease and systemic immunological illness or receiving an immune-modulating medication were excluded. Fifteen patients (age- and sex-matched) with normal coronaries served as controls. All procedures were performed with the same protocol. Plasma sP-selectin levels were measured before and immediately and 24 hours after the invasive procedure. ELISA method was used for the quantitative laboratory measurement of sP-selectin. Results: sP-selectin levels before the invasive procedure were significantly higher when compared to control group and significantly increased 24 hours after PTCA (study group: serially 68±23 ng/ml, 63±21 ng/ml, and 133±20 ng/ml; control group 25±7ng/ml). There were no changes in sP-selectin levels immediately after the procedure. During the follow-up period, restenosis developed in 8 patients. The pre- and post 24 hour P-selectin levels were higher in patients who developed restenosis (for baseline values: 84±8 ng/ml vs 59±22 ng/ml, p=0,006;and for 24th hour values 157±5 ng/ml vs 120±13 ng/ml, p=0,001). Conclusion: 1. sP-selectin levels are increased in patients with coronary artery disease. 2. PTCA induces a significant rise in sP-selectin levels which may indicate a potential role of this mediator in the response of the vessel wall to PTCA injury. These findings suggest that PTCA triggers an inflammatory response leading to further sP-selectin secretion. 3. Patients in whom restenosis developed had higher levels of pre and post PTCA levels of P-selectin. There might be a relationship between the restenosis and P-selectin levels which is thought to be reflecting a triggering effect. İnvazif girişimlerin, koroner lezyonlarda lokal bir hasarlanma yaratarak yüzey adezyon molekülü sekresyonunda artışa yol açması beklenmektedir. Bu çalışmanın amacı balon anjiyoplasti sonrasında oluşan damar zedelenmesine yanıt olarak bir adezyon molekülü olan soluble P(sP)selektin düzeylerindeki değişiklikleri araştırmak ve restenozla ilişkisini değerlendirmekti. Yöntem: Çalışma grubu ilk kez elektif koroner anjiyoplasti endikasyonu konulan ardışık 26 olgudan oluşmakta idi. Herhangi bir infeksiyöz veya sistemik immün hastalığı olan ve immünomodülatör ilaç kullanan olgular çalışmaya alınmadı. Kontrol grubu, anjiyografik olarak koroner arter hastalığı olmayan yaş ve cinsiyeti çalışma grubu ile uyumlu 15 olgudan oluşuyordu. Tüm girişimler aynı protokol ile uygulandı. Plazma sP-selektin düzeyleri girişimden önce, hemen sonra ve 24 saat sonrasında ELISA yöntemi ile ölçüldü. Bulgular: Bazal plazma sP-selektin düzeyleri, çalışma olgularında kontrol grubuna göre anlamlı oranda daha yüksek saptandı (68±23 ng/ml'e karşın 25±7ng/ml; p<0.05). Anjiyoplasti sonrasında ise hemen yapılan ölçümlerde sP-selektin düzeylerinde bir değişiklik gözlenmezken, 24. saat ölçümlerinde anlamlı derecede yükselme mevcuttu (sırasıyla 68±23 ng/ml, 63±21 ng/ml ve 133±20 ng/ml p<0.05). İzlemde 8 olguda restenoz gelişti. Restenoz gelişenlerin bazal ve 24. saat sP-selektin düzeyleri, gelişmeyenlere göre daha yüksekti (bazal düzeyler: 84±8 ng/ml'e karşın 59±22 ng/ml, p=0,006; 24.saat düzeyleri 157±5 ng/ml'e karşın 120±13 ng/ml, p=0,001). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları: 1) Plazma sP-selektin düzeyi, koroner arter hastalarında yüksektir. 2) Koroner anjiyoplasti sonrasında sP-selektin düzeyinde belirgin artış olmaktadır. Bu durum, bu mediatörün balon hasarına damar duvarının verdiği yanıttaki potansiyel rolünü belirtiyor olabilir. 3) Restenoz gelişen olgularda işlem öncesi ve sonrası 24. saat P selektin düzeyleri daha yüksektir. P selektin düzeylerindeki artış restenoza giden patofizyolojik sürecin tetikleyicisi olabilir.

  • Other research product . Other ORP type . 2000
    Open Access Turkish
    Authors: 
    Şahin Yeşim Akkoç; Yeşim Kirazlı; Ferda Erer; Günay Celeboğulu;
    Country: Turkey

    The aim of this study was to investigate the radiopathological findings based on plain radiographic examinations of patients with low back pain. Of the 747 patients, with a mean age of 47.97 years, 488 (65.32%) were women and 259 (34.67%) were men. Plain antero-posterior and lateral lumbosacral vertebrae radiographes were obtained from all patients and were examined in regard to the presence of congenital abnormalities (sacralisation, lumbarisation, spina bifida), lumbar degenerative disc disease, osteoporosis, spondylolisthesis and scoliosis. It was found that degenerative disc disease (29.58%) was the most frequently encountered radiopathological finding, followed by osteoporosis (23.03%) and congenital abnormalities (21.15%). Spondylolisthesis (6.02%) and scoliosis (4.28%) were relatively rare. The most common congenital abnormality was sacralisation (17.67%). Degenerative disc disease was most frequently seen al L4-L5 and L5-S1 levels. When the radiopathological findings were analyzed according to sex distribution, there was no significant difference between women and men, except for osteoporosis. Conventional radiographic examination has been useful to give proper exercise protocol and brace for patients with spondilolisthesis and to investigate secondary factors, in young patients with osteoporosis. Bu çalışmanın amacı, bel ağrısı olan hastalarda direkt radyolojik incelemedeki radyopatolojik bulguları araştırmaktı. Ortalama yaşlan 47.97 yıl olan 747 hastanın 488'i kadın (%65.32), 259'u erkek (%34.67) idi. Tüm hastaların antero-posterior ve lateral lumbosakral vertebra radyografileri elde edildi. Direkt radyografiler, konjenital anomaliler (sakralizasyon, lumbalizasyon, spina bifida), lomber dejeneratif disk hastalığı, osteoporoz, spondilolistezis ve skolyoz varlığı yönünden değerlendirildi. Dejeneratif disk hastalığının (%29.58) en sık karşılaşılan radyopatolojik bulgu olduğu, bunu osteoporoz (%23.03) ve konjenital anomalilerin (%21.15) izlediği saptandı. Spondilolistezis (%6.02) ve skolyoz (%4.28) nisbeten daha nadirdi. En sık görülen konjenital anomali sakralizasyondu (%17.67). Dejeneratif disk hastalığı en sık L5-S1 ve L4-L5 düzeylerinde görüldü. Bu radyopatolojik bulguların cinse göre dağılımı incelendiğinde, osteoporoz dışındaki bulguların kadın ve erkek hastalarda görülme sıklıklarında anlamlı bir fark olmadığı görüldü. Konvansiyonel radyografik inceleme yapılması, spondilolistezisli hastalarda, uygun egzersiz protokolü ve korsenin verilmesi ve osteoporozlu genç hastalarda sekonder faktörlerin araştırılması için yararlıdır.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Algan, Naci; Aygün, Hamdi;
    Country: Turkey

    Bu çalışmada; Bornova ekim yerinde ve ana ürün koşullarında, 1995/96 ve 1996/97 yıllarında yetiştirilen 6 fizyolojik kışlık kanola genotipine ait bazı ^özelliklerin parsel değerleri kullanılarak, kanolada verim ıslahı için sefeksiyon kriterlerini belirlemek amacıyla korelasyon ve path analizi uygulanmıştır. Çalışma sonuçlarına göre; tek bitki verimi ile bitkide bakla sayısı (r=0.45**), baklada tane sayısı (r=0.92**) ve bin tane ağırlığı (r=0.83**) arasında pozitif ve önemli korelasyon katsayıları bulunmuştur. Öte yandan, path analizinde de tek bitki verimi üzerine bitkide bakla sayısı (p=0.28), baklada tane sayısı (p=0.64) ve bin tane ağırlığı (p=0.35) özelliklerinin doğrudan etkisinin önemli ve pozitif olduğu saptanmıştır.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Mete Akısü; Metin İber; Resmiye Oral; Zafer Kurugöl; Nermin Tansuğ; Tayfun Kirazlı; Nilgün Kültürsay;
    Country: Turkey

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Cihangir-zeynep Çankaya;
    Country: Turkey

    Araştırmanın amacı; öğretmen adaylarının öznel iyi olma ve psikolojik ihtiyaçlarının doyurulma düzeylerini cinsiyet değişkeni açısından karşılaştırmak ve öznel iyi olma ile temel psikolojik ihtiyaçların doyumu arasındaki ilişkiyi incelemektir. Araştırmada 240 son sınıf öğrencisine ulaşılmıştır. Araştırmada öğrencilerin öznel iyi olma düzeyleri cinsiyete göre anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Özerklik ve yeterlik ihtiyaçlarının doyumu cinsiyet açısından anlamlı bir farklılık göstermezken, ilişkili olma ihtiyacının doyumu kızların lehine anlamlı bir farklılık göstermiştir. Araştırmada temel psikolojik ihtiyaçların doyumunun, iyi olmanın önemli bir yordayıcısı olduğu bulunmuştur. The aim of this research was to compare university students&#8217; subjective well-being and satisfaction level of psychological needs according to gender to and investigate the relationship between subjective well-being and satisfaction level of basic psychological needs. 240 university students participated in this research. There was no significant difference between subjective well-being, autonomy and competence needs satisfaction level of the students by gender. But there is significant difference about relatedness needs level for the women. It was find out that satisfaction of basic psychological needs was a significant predictor of wellbeing.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Sacide Pehlivan; Mustafa Pehlivan; Meral Koyuncuoğlu; Ali Özcan; Atilla Akkoçlu;
    Country: Turkey

    Küçük hücreli akciğer kanserinde (KHAK) mikrosatellit instabilite nadir görülmektedir. Heterozigotluğun kaybı (LOH) ise 1p, 3p, 5q, 8p, 9p, l Öp, 1 ip, 13q, 22q ve 17 kromozom lokalizasyonlanndaki bazı dinükleotid tekrarlarda belli oranlarda bulunmuştur. Araştırmamızda 5q 13. lokusunda bir instabilite, LOH ya da çalışılan dinükleotid tekrarın (D5S679) popülasyona spesifik bir allel gidişinin varlığı araştırılmıştır. Çalışmamızda analiz edilen 27 örneğin 25'inde (%92,6) D5S679'un 6 nolu alellinin var olduğu görülmüştür. Bu alel 39 normal kontrol grubunda sadece %2.6 oranında gözlenmiştir (p<0.0001). 27 KHAK örneğinin 6'sında hastaların normal akciğer dokusuna ait örnekler çalışılıp karşılaştırıldığında 4'ünde LOH, ikisinde mikrosatellit instabilite gözlenmiştir. KHAK'de 5S679 dinükleotid tekrarla yapılan herhangi bir çalışma ise bildirilmemiştir. Altı nolu alelin bu yüksek oranı KHAK'de D5S679'un önemli bir dinükleotid tekrar olduğunu ve Türk popülasyonunda KHAK ile birlikte giden spesifik bir alel bulundurduğunu göstermiştir. Aynı zamanda bu mikrosatellit, mikrosatellit instabilite ve LOH çalışmaları için uygun bir para-metredir. Microsatellite instability has been rarely reported in small-cell lung cancer (SCLC). Meanwhile, loss of heterozygosity (LOH) was found in certain amounts on some dinucleotide repeats situated on chromosomal locations 1p 3p, 5q, 8p, 9p 10p, 1ip 13q, 22q and 17. We studied the presence of specific dinucleotide repeat (D5S679) on 5q 3 for instability, the presence of LOH and diverse alleles specific to our population as well as their frequency. The allele number six of D5S679 was found in 25 of 27 (92.6%) cases analyzed in our study. However, the same allele was encountered only in two of 39 (2.6%) individuals in normal control group (p<0.0001). When tumor tissue was compared to non-tumor lung tissue in only six cases among 27 cases with SCLC, LOH was found in four and microsatellite instability in two. A study of D5S679 in SCLC was not reported previously. The high frequency of the allele 6 of D5S679 in SCLC shows that it could be a significant marker for this disease and it contains a specific allel within SCLC in Turkish population. In conclusion, this microsatellite is an appropriate parameter for MI and LOH studies.

  • Open Access Turkish
    Authors: 
    Mücella Güner; İnci Yaşatan; A. Aslı İlleez;
    Country: Turkey

    Günümüzde verimlilik özellikle yönetim kademesinde büyük önem kazanmıştır çünkü yönetim maliyetlerinin işe ya da bölüme göre oransız olarak artarak büyüdüğü görülmektedir. Yönetim giderleri bir işletmenin içtenlikle minimize etmek istediği ancak aynı zamanda verimliliğe ve işin dağıtım verimliliği açısından önemli katkısı kabul edilmiş giderlerdir. Bu nedenle, sistemin verimliliğini azaltmadan verimlilikte ve maliyet etkinliğinde hangi yönlerde geliştirmelerin gerçekleştirilebileceğini bulmak için yönetim işlemlerinin analiz edilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada, bir konfeksiyon firmasının yönetim işlevini yürüten ofis çalışanlarına yönelik "İş Örneklemesi" uygulaması yapılarak işin ayrıntılı olarak analizi ve kayıp zamanlarının tespiti gerçekleştirilmiştir. Administrative costs seem to escalate disproportionately as a business, or section of it, grows in size. Administrative costs are something which a business would dearly like to minimize, but at the same time recognizes as being important in terms of contributing to the efficient and effective delivery of its business. Nevertheless, there is a need to analyze administrative procedures so as to find ways by which improvements in efficiency and cost-effectiveness can be achieved without reducing the effectiveness of the system. In this study, "Work Sampling" aimed at office workers is applied and detailed analyze of work and determination of idle time are executed.

Send a message
How can we help?
We usually respond in a few hours.